22 Haziran 2025 – BS Ekonomi / Jeopolitik Analiz
İran Parlamentosu, ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırılarına doğrudan karşılık olarak Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasını onayladı. Bu, yalnızca bölgesel bir hamle değil; dünya enerji piyasalarının sinir uçlarına dokunan bir karar. Zira dünya petrol ve doğalgazının yaklaşık %20’si bu dar geçitten geçiyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi üreticilerin ihracatı büyük ölçüde bu rotaya bağlı.
Ancak bu kriz, sadece enerjiyle sınırlı değil. İran’ın bu kararı, Batı’nın rejim değişikliği stratejilerine ve bölgede uyguladığı sistematik baskı politikalarına da bir meydan okuma niteliği taşıyor. Kriz büyürken, stratejik sorular yeniden gündeme geliyor: Baskıyla rejim devrilebilir mi? Ekonomik çöküş, halkı hükümete karşı ayaklandırır mı? Yoksa bu politikalar, tam tersine, mevcut iktidarları daha da mı güçlendiriyor?
📌 Nisan’da Başlayan Kriz Döngüsü Büyüyor
1 Nisan 2025, kritik bir eşiği temsil ediyor. Kudüs’te protestolar patlak verirken, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun en yakın iki yardımcısı –Yonatan Urich ve Eli Feldstein–, Katar kaynaklı rüşvet iddialarıyla gözaltına alındı. Bu gelişmenin hemen ardından İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Gazze’de Refah ve Han Yunus bölgelerinde kapsamlı operasyonlar başlattı. Aynı gün İsrail savaş uçakları güney Beyrut’u hedef aldı.
İçerideki siyasi krizle dışarıdaki askerî hamlelerin eş zamanlı yaşanması, İsrail’in klasik “dış gerilimle iç istikrar sağlama” refleksini bir kez daha gözler önüne serdi.
Tam da bu dönemde yayınlanan bazı savaş döngüsü modellemeleri, 2025–2029 arasında Orta Doğu’nun sert bir türbülansa gireceğini öngörmüştü. İran’ın Hürmüz kararını bu perspektifle okuduğumuzda, döngünün bir sonraki aşamasına geçildiği açıkça görülüyor.
⚙️ Batı’nın Stratejisi: İkna mı, Zorlama mı?
Özellikle ABD merkezli bazı düşünce kuruluşları –örneğin “Savaş Çalışmaları Enstitüsü” (Institute for the Study of War)– rejim değişikliğini hâlâ askerî baskı ve ekonomik yaptırımlarla sağlanabilir görüyor. Bu stratejinin iki ana ayağı bulunuyor:
- Askerî güçle çevreleme ve doğrudan müdahale.
- Ekonomik yaptırımlarla halkı hükümete karşı kışkırtma.
General Jack Keane ve Victoria Nuland gibi figürlerin temsil ettiği bu görüş, İran veya Rusya gibi ülkelerde halkın yaşam şartlarını zorlaştırarak hükümetlere karşı bir isyanı tetikleyebileceğini savunuyor. Ancak son yıllarda ne İran’da, ne Rusya’da, ne de Venezuela’da bu yaklaşım beklenen sonucu verdi. Hatta çoğu zaman mevcut rejimleri daha da tahkim etti.
🔍 Gerçeklik Farkı: Baskı Geri Tepebilir
İsrail’in İranlı nükleer bilim insanlarına ve üst düzey askeri yetkililere yönelik suikastları, yalnızca yönetim değil, rejime mesafeli ılımlı kesimler tarafından da tepkiyle karşılandı. İran’da dış saldırı algısı, iç muhalefeti bile geçici olarak susturabiliyor. Zira tehdit artık sadece rejime değil, ulusal varlığa yönelmiş gibi algılanıyor.
Bu noktada dikkat çekici bir veri, yakın zamanda yapılan siyasal istikrarsızlık araştırmasından geliyor: Bir rejimi devirmek için toplumun sadece %15’lik aktif ve organize bir kesimi yeterli olabiliyor. Ancak bu destek dışarıdan empoze edilerek değil, içeriden inşa edilerek oluşmalı. Aksi durumda dış baskılar, içerdeki iktidar bloğunu güçlendiren bir “millî birlik” refleksine dönüşebiliyor.
🔴 BS Ekonomi Notu
Hürmüz Boğazı’nın kapatılması, sadece gemi geçişini değil, küresel ezberleri de kilitleyen bir gelişme. Enerji fiyatlarındaki yukarı yönlü risk, sadece Brent veya doğalgaz fiyatlarına değil, taşıma maliyetlerine, gıda arzına ve merkez bankalarının faiz planlarına kadar uzanacak.
Bu kriz; savaşın, yaptırımın ve siyasi mühendisliğin sınırlarını yeniden tartışmaya açıyor. ABD ve müttefikleri için bu, rejim değiştirmenin o kadar da kolay ve mekanik bir süreç olmadığını gösteren bir uyarı sinyali olabilir.
Artık soru şu: Hürmüz kilitlenirse, açılması yalnızca diplomasiyle mi mümkün olacak; yoksa yeni bir sıcak çatışmanın daha eşiğinde miyiz?