BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Emerging Markets ex-China Breakout: Yeni Yatırım Dönemi Başlıyor mu?
2024–2025 döneminde gelişmekte olan ülkelerin (EM – Emerging Markets) Çin hariç fiyat endeksi, yaklaşık 15 yıldır aşılamayan teknik bir direnç seviyesini yukarı yönlü kırarak dikkat çekici bir dönüm noktasına ulaştı. 2007, 2011 ve 2021 yıllarında defalarca test edilen 1.450–1.500 bandı, uzun süreli bir yatay konsolidasyon bölgesi olarak grafiklerde öne çıkarken; 2025 itibarıyla yaşanan bu “clean breakout”, sadece teknik analistler için değil, küresel portföy yöneticileri açısından da stratejik sonuçlar doğurabilecek nitelikte.
Bu bağlamda “Çin hariç” vurgusu özellikle önemlidir. Çin, gelişmekte olan ülkeler endekslerinde ağırlık olarak %30’a kadar çıkan bir paya sahip olması nedeniyle, toplam performansı büyük ölçüde domine etmektedir. Ancak son yıllarda Çin ekonomisinde yaşanan büyüme yavaşlaması, emlak krizinin derinleşmesi, özel sektöre yönelik düzenleyici baskılar ve ABD ile süren jeopolitik gerilimler nedeniyle yatırımcı ilgisi bu ülkeden uzaklaşmıştır. Bu nedenle, Çin dışındaki gelişmekte olan ülkelerin kendi potansiyelleriyle değerlendirilmesi, çok daha anlamlı bir analiz çerçevesi sunmaktadır. Çin hariç tutulduğunda, Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Vietnam gibi ülkelerin yükselen profili daha görünür hale gelmektedir.
Bu kırılma yalnızca bir fiyat hareketi değil; yatırımcı ilgisinin Çin’den Hindistan, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi yeni büyüme coğrafyalarına kaydığına işaret eden yapısal bir dönüşümün ilk sinyali olabilir. Özellikle MSCI ve S&P tarafından izlenen “China ex-EM” temalı ETF’lerin artan işlem hacmi ve yeni fon girişleri, bu dönüşümün sermaye piyasalarına da yansıdığını göstermektedir.

Bu araştırma raporu, söz konusu kırılmayı üç ana perspektiften ele almayı amaçlamaktadır:
ETF ve Fon Analizi:
Bu bölümde, Çin hariç gelişmekte olan ülkelere yatırım yapan dört önemli ETF teknik, temel ve stratejik yönleriyle analiz edilmektedir. Bu fonlar, yatırımcıların gelişmekte olan piyasalara daha hedefli, tematik ve Çin riskinden izole biçimde yatırım yapmasını sağlar.
iShares MSCI Emerging Markets ex China ETF (EMXC)
Fiyat: 59.65 USD
Yılbaşından Bu Yana Getiri: %7.13
Toplam Varlıklar: 15.49 milyar USD
Sektör Dağılımı: Finans (%23), Bilgi Teknolojileri (%18), Enerji (%11)
Ülke Dağılımı: Hindistan (%22), Tayvan (%17), Güney Kore (%15), Brezilya (%10)
Teknik Durum: 2023 sonundan bu yana yükseliş trendinde; 60 USD seviyesinde güçlü direnç bölgesi test edilmekte.
Yorum: Portföy çeşitlendirmesi açısından en geniş katılımlı ve likit fonlardan biri. Çin dışı EM büyümesine en yaygın maruziyeti sağlar.
EMXC Grafik

Xtrackers MSCI EM ex China UCITS ETF (XDEX)
Fiyat: 8.190 USD
Yılbaşından Bu Yana Getiri: %0.14
Toplam Varlıklar: 39.68 milyon GBP
Sektör Dağılımı: Finans (%25), Bilgi Teknolojileri (%20), Enerji (%10)
Ülke Dağılımı: Hindistan (%24), Tayvan (%18), Güney Kore (%16), Brezilya (%12)
Teknik Durum: 2022 ortasından bu yana yatay seyir sonrası yukarı dönüş potansiyeli barındırıyor.
Yorum: Avrupa yatırımcısı için uygun; düşük işlem hacmi nedeniyle büyük fonlar için sınırlı erişilebilirlikte olabilir. Avrupada sunulan ETF’i olduğu için fiyat gbp ya da usd olarak farklılık gösterebilir.
XDEX GRAFİK

SPDR S&P Emerging Markets ex-China ETF (XCNY)
Fiyat: 25.13 USD
Yılbaşından Bu Yana Getiri: %4.71
Toplam Varlıklar: 4.95 milyon USD
Sektör Dağılımı: Finans (%22), Teknoloji (%19), Enerji (%12)Ülke Dağılımı: Hindistan (%23), Tayvan (%20), Güney Kore (%17), Brezilya (%11)
Teknik Durum: 200 günlük hareketli ortalamasının üzerinde işlem görmekte; yukarı yönlü momentum artıyor.
XCNY GRAFİK

Türkiye’nin Konumu ve Etkilenme Potansiyeli: 2024–2025 döneminde gelişmekte olan ülkelerin (Çin hariç) endeksinde 15 yıllık teknik direncin kırılması, Türkiye için sermaye akımları açısından olumlu bir sinyal niteliği taşıyor. Bu kırılım, küresel yatırımcıların gelişen ülke varlıklarına olan iştahını artırırken, Çin’in portföylerden dışlanması Türkiye gibi alternatif piyasalara yönelimi hızlandırabilir.
Bu durumda, Türkiye’nin MSCI EM endeksindeki düşük ağırlığına rağmen Çin hariç ETF’lerde (örneğin EMXC) yer alması, Borsa İstanbul’a dolaylı bir fon akışı yaratabilir. Özellikle ucuz çarpanlarla işlem gören, yüksek likiditeye sahip ve ihracat potansiyeli bulunan şirketler ön plana çıkabilir. Yabancı yatırımcının yeniden ilgi göstermesiyle birlikte bankacılık sektörü (GARAN, AKBNK, YKBNK), ihracatçı sanayi hisseleri (ARCLK, TUPRS, FORD, VESTL), demir–çelik (EREGL, ISDMR) ve havacılık (THYAO, PGSUS) gibi hisselerde yukarı yönlü potansiyel oluşabilir.
Ayrıca Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlığı ve genç işgücü, Çin’in dışlanmasıyla gündeme gelen “friend-shoring” stratejileri kapsamında üretim ve yatırım merkezlerinden biri olmasını sağlayabilir. Bu da sanayi, lojistik ve altyapı sektörlerine (MAVI, KORDS, ENKAI, LOGO) yönelik orta vadeli yatırım iştahını besleyebilir.
Ancak Türkiye’nin bu pozitif döngüye güçlü katılım sağlayabilmesi, makroekonomik istikrar, yapısal reformlar ve politik güvenilirlikle doğrudan ilişkilidir. Aksi takdirde yaşanan teknik kırılma, Türkiye’ye sınırlı yansıyabilir. Yine de kısa vadede özellikle BIST 100 hisselerinde toparlanma ve yabancı payının artışı izlenebilir.
Makroekonomik ve Yatırım Stratejileri: 2024–2025 döneminde küresel yatırım stratejilerinde belirgin bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşümün merkezinde, Çin ekonomisinin taşıdığı sistemik riskler yer alıyor. Büyümenin yavaşlaması, artan jeopolitik gerilimler ve özel sektöre yönelik düzenleyici baskılar, Çin’i uzun vadeli yatırım planlamalarında riskli bir alan haline getirmiş durumda. Bu durum, gelişmekte olan piyasalar içindeki sermaye akımlarını ve coğrafi ağırlıkları doğrudan etkiliyor.
Çin uzun yıllar boyunca gelişen piyasaların taşıyıcı gücü olarak görülüyordu. Ancak özellikle 2020 sonrası dönemde yaşanan ekonomik yavaşlama, emlak sektöründeki kriz, tüketici güveninde kalıcı zayıflama ve özel sektör üzerindeki siyasi kontrolün artması, yatırımcıların risk algısını değiştirdi. Çin’in teknoloji devlerine uygulanan sert regülasyonlar ve Batı ile artan stratejik gerilimler de bu süreci hızlandırdı. Bu tablo, hem aktif hem de pasif portföylerde “Çin ağırlığını azalt” stratejilerini yaygınlaştırdı.
Bu eğilim, MSCI EM (Gelişen Piyasalar) gibi küresel endekslerde önemli bir kırılma yaratıyor. Pasif fonlar hâlâ Çin’i yüksek oranda içerirken, aktif yöneticiler Hindistan, Endonezya, Tayvan, Güney Kore, Vietnam, Brezilya gibi Çin dışındaki ülkelerdeki fırsatlara yöneliyor. Son dönemde yükselişe geçen “EM ex-China” teması, bu coğrafi kaymanın en net örneği olarak öne çıkıyor. Örneğin, Xtrackers MSCI EM ex China gibi ETF’ler, Çin hariç gelişmekte olan ülkelere odaklanarak yatırımcıların bu yeni yönelimlerini destekliyor.
Uzun vadeli senaryolarda, Çin’in sistem dışına itilmesi tamamen mümkün olmasa da, yatırım fonlarının ağırlıklarını çeşitlendirme ihtiyacı kalıcı hale geliyor. Jeopolitik olarak Çin’e alternatif konumda olan ülkeler, özellikle sanayi üretiminde ucuz iş gücü, politik istikrar ve dış pazarlara yakınlık gibi avantajlara sahipse, yeni sermaye girişlerinin hedefi haline geliyor. Hindistan, bu bağlamda Çin’in doğrudan alternatifi olarak görülüyor. Genç nüfusu, hızla büyüyen teknoloji sektörü ve siyasi belirsizliklerin sınırlı olması, Hindistan’ı küresel fonların dikkatle izlediği bir ülke haline getiriyor.
Vietnam ve Meksika gibi ülkeler de “nearshoring” ve “friend-shoring” kavramları çerçevesinde ABD şirketlerinin yeni üretim merkezleri olarak öne çıkıyor. Özellikle tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesi, bu ülkeleri Çin’e olan bağımlılığın azaltılması yönünde avantajlı kılıyor. Bu durum, sadece hisse senedi yatırımlarını değil, altyapı, enerji, lojistik ve sanayi yatırımlarını da etkiliyor. Ayrıca emtia güvenliği açısından Brezilya, Şili ve Endonezya gibi ülkeler, lityum, bakır, nikel gibi stratejik kaynaklar açısından daha önemli hale geliyor.
Fon akımlarındaki bu kaymalar, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerin kendi iç dinamiklerine olan duyarlılığı artırıyor. Örneğin Türkiye gibi ülkeler, doğru makroekonomik politikalar ve kurumsal güven inşa edebilirse, küresel sermaye dağılımında daha avantajlı bir konuma gelebilir. Ancak enflasyon, döviz kuru oynaklığı, siyasi belirsizlikler ve yapısal reform eksiklikleri gibi sorunlar bu fırsatları sınırlandırabilir.
Sonuç olarak, Çin’in sistemik riskleri, yalnızca Çin ekonomisinin geleceğini değil, tüm gelişmekte olan piyasalar evreninin yeniden tanımlanmasını beraberinde getiriyor. Yatırım fonlarının rotası artık sadece ekonomik büyümeye değil, jeopolitik risklere, düzenleyici öngörülebilirliğe ve küresel arz zincirlerindeki konumlara göre şekilleniyor. Bu da gelişmekte olan ülkeler için hem yeni fırsat alanları yaratıyor hem de yatırımcılar açısından daha karmaşık bir değerlendirme süreci gerektiriyor.