BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Kürtlerle yapılacak bir anlaşma memnuniyetle karşılanır. Ancak Erdoğan’ın otoriterliği kabul edilemez.
Kırk yılı aşkın süren savaşın ardından, Türkiye ile yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki barış artık ulaşılabilir görünüyor. Silahsızlanma başladı ve yaz boyunca devam etmesi bekleniyor; kısmi bir af da gündemde olabilir. Barış, PKK şiddeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratıcı operasyonlarıyla harap olmuş Türkiye’nin güneydoğusunda yeni bir ekonomik büyümenin önünü açabilir. Türkiye’nin maliye bakanına göre, bu savaş ülkeye şimdiye kadar yaklaşık 1,8 trilyon dolara mal oldu. 40.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Barış, Türkiye’nin Kürtlere uzun süredir hak ettikleri bir ölçüde özerklik tanımasının da zeminini oluşturabilir. Ayrıca Suriye’de PKK’nın uzantısıyla yeni Şam rejimi arasındaki gerilimi yumuşatarak daha fazla kan dökülmesini önlemeye yardımcı olabilir.
Tüm bunlar olumlu gelişmeler ve dış dünyanın bu süreci desteklemesi gerekir. Ancak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın barışı bir baskı perdesi olarak kullanmasına izin verilmemeli. Yirmi yılı aşkın süredir önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yöneten Erdoğan, açıkça bir dönem daha iktidarda kalma ihtimalini dile getiriyor. Bunu başarabilmesi için ya 2028’de yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerini erkene alması ya da anayasanın değiştirilerek dönem sınırlarının sıfırlanması gerekiyor. Ancak bu hedefleri gerçekleştirecek oya sahip olmadığı için, Kürtlerin ana partisi olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile uzlaşarak onların desteğini almaya çalışabilir ve bu sırada geri kalan muhalefeti dağıtabilir.
Kürtler buna kanmamalı ve muhtemelen kanmayacaktır da. Çünkü bir zorbayla yapılacak bir anlaşmadan hayır gelmeyeceğini en iyi onlar bilir. On yıl önce DEM’in selefi olan parti, seçimlerde Erdoğan’ın partisini meclis çoğunluğundan etmişti. O dönemden beri süregelen barış görüşmeleri çöktü, yerini Türkiye’nin güneydoğusundaki şehir savaşlarına bıraktı. Binlerce Kürt siyasetçi ve aktivist, aralarında eski cumhurbaşkanı adayı ve Erdoğan’ın en etkili muhaliflerinden biri olan Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu yüzlerce kişi tutuklandı. Demirtaş hâlâ cezaevinde.
Bugün ise Erdoğan’ın siyasi hedeflerinin önünde duran seküler Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) bedel ödüyor. CHP’nin en güçlü ismi olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Mart ayında uydurma yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklandı. Ardından CHP’nin eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ile Adana ve Antalya belediye başkanları da dahil olmak üzere, Türkiye’nin en büyük altı kentinden dördünün CHP’li yöneticileri gözaltına alındı.
CHP, geçen yıl yapılan yerel seçimlerde 20 yıl sonra ilk kez AK Parti’nin önüne geçti. Sandıkta deviremeyince, Erdoğan hükümeti şimdi işi mahkemelerle halletmeye çalışıyor. İmamoğlu’nun hapsedilmesi, Erdoğan’ın bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde karşısına çıkabilecek en ciddi rakibini saf dışı bırakması anlamına geliyor. Erdoğan, dış dünyanın sessiz kalmasına güveniyor — ve ne yazık ki bu konuda başarılı da oluyor. Amerika ve İngiltere’den tek bir eleştiri bile gelmedi. Avrupa Birliği sessizliğini bozdu ama etkisiz, çekingen bir üslupla. Almanya ise, Türkiye’ye Eurofighter Typhoon savaş uçağı satışını protesto amacıyla askıya almışken, bu hafta geri adım attı.
Türkiye’nin müttefikleri, Erdoğan’ı Kürtlerle barış sürecini tamamlamaya teşvik etmeli. Ama aynı zamanda otoriterliğe kayışının hesabını sormak için daha fazlasını yapmalılar.