BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Birçok New Yorklu, kira ödemeden yaşamanın hayalini kurar. Aynı şey, New York’taki dükkanlar için de geçerli; çünkü şehirdeki perakende alanı, Amerika’nın geri kalanına kıyasla açık ara en pahalı olanıdır. Bu dilek nadiren gerçekleşir. Ancak, halka ait bazı marketler için bu hayali gerçekleştirmek isteyen biri var: New York Belediye Başkanlığı için Demokrat Parti adayı ve kasım seçimlerinin favorisi Zohran Mamdani.
Sosyalist görüşleriyle tanınan Mamdani, Demokratik ön seçimleri “yaşanabilirlik” (affordability) teması üzerine kurulu bir kampanyayla kazandı. Kiralara üst sınır getirme ve ücretsiz toplu taşıma gibi klasik sol politikaların yanı sıra daha sıra dışı bir öneri sundu: Mevcut süpermarketlerin fiyatlarını kıracak, devlet tarafından işletilen bir market zinciri, yani market alışverişi için “kamusal seçenek” modeli.
Mamdani, gıda fiyatlarının kontrolden çıktığını savunuyor ve New Yorkluların haftalık alışverişlerinde “özel market işletmecilerini sübvanse etmemesi” gerektiğini söylüyor. Dikkat çektiği bir diğer sorun ise, bazı mahallelerde taze gıdaya erişimin kısıtlı olduğu “gıda çölleri”. (Ancak ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre New York, bu tür bölgelerin en az olduğu eyalet.) Plan, şehrin beş bölgesinin her birinde bir marketle pilot uygulamaya başlamak ve başarılı olursa yaygınlaştırmak yönünde.

Ancak bu öneri hayli sıra dışı. Zira marketler, Amerika’daki en düşük kâr marjına sahip iş kollarından biri. Vergi sonrası ortalama kârları sadece %1 ila %2 arasında (grafiğe bakınız). Üstelik New York gibi yüksek kira, ücret ve rekabet baskısının olduğu bir şehirde bu marjları sıfıra çekmek bile büyük tasarruf sağlamayabilir.
Daha önemlisi, bu kamu marketleri kira ya da emlak vergisi de ödemeyecek. Çünkü Mamdani, bu işletmeleri şehir mülkiyetindeki arazilere kurmayı planlıyor. Ancak bu durum, şehrin bu arazilerden elde edebileceği geliri ortadan kaldıracağı için dolaylı bir sübvansiyon anlamına geliyor. Eğer bu marketler özel işletmelere göre daha düşük fiyatlar sunabilirse, bu fark New Yorkluların vergileriyle karşılanmış olacak.
Yani en iyi ihtimalle bile bu marketler, geleneksel marketlerden biraz daha ucuza satış yapabilir. Ancak bu fark, doğrudan vergi gelirlerinden karşılanacak. New York Belediyesi gerçekten yoksul kesimler için “erişilebilirlik” sağlamayı hedefliyorsa, herkese açık bu tür bir sübvansiyonlu alışveriş modelinin doğruluğu tartışmalı.
Dahası, özel marketlerin rekabet gücü ciddi şekilde zayıflayabilir. Çünkü kira ödemeyen bir rakiple rekabet etmek için kâr marjlarını sıfırlamak bile yeterli olmayabilir. Bu da sektördeki çeşitliliği azaltır ve Trader Joe’s’un dondurulmuş yeşil soğanlı gözlemeleri veya şehrin bodega’larında sürekli değişen sandviç menüleri gibi yeniliklerin önünü kesebilir.
Tüm bunlar, Mamdani’nin marketlerinin, geleneksel süpermarketler kadar verimli işletileceği varsayımıyla mümkün. Ancak Amerikan şehirleri, düşük maliyetli hizmetleri yönetmekte genellikle kötü bir sicile sahip. New York’un yakın zamanda başlattığı sade belediye tuvaletleri projesinde, her bir tuvalet için yaklaşık 1 milyon dolar bütçe ayrıldığı unutulmamalı.
Sonuç olarak, kira ödemeyen ve kâr etmeye çalışmayan bir şehir marketi projesi, verimsizlik ve kötü yönetim nedeniyle tüm tasarrufları hızla eritebilir. Bu durumda belediye iki seçeneğe sıkışabilir: Mevcut marketlerle benzer fiyat sunup hiçbir fark yaratmamak ya da sübvansiyonları artırarak maliyeti büyütmek. Görünürde ucuz olan gıda, hükümet için hızla pahalıya patlayabilir.