BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
AMERİKA ve Çin, teknolojinin sınırlarını zorlayıp yapay genel zekâyı (AGI) ilk geliştiren ülke olmak için yarışıyor. Tüm bilişsel görevlerde insanları aşabilecek düzeydeki AGI için verilen bu mücadele, temel jeopolitik bir önem taşıyor. Her demokratik devlet, bu yarışı Amerika’nın kazanmasını ummalı: Çin’in zaferi, güç dengesini otoriter bir süper gücün lehine çevirebilir.
Ancak bu yarışta Amerika ya da Çin’in kazanacak olması, diğer ülkelerin sadece seyirci kalmasını gerektirmiyor. Ekonomileri ve toplumları açısından daha önemli olan başka bir yapay zekâ yarışı daha var: “gündelik yapay zekâ” yarışı. Yani teknolojinin tüm ulus genelinde hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılması. Bu alanda başarıya ulaşan ülkeler büyük faydalar elde edecek.
Yapay zekâ, genel amaçlı bir teknolojidir; bu, tıpkı buhar gücü, elektrik ve bilgisayar gibi ekonominin her alanını etkileyebileceği anlamına gelir. George Washington Üniversitesi’nden Jeffrey Ding’in çalışmaları, bu tür teknolojilerden en çok faydayı sağlayan ülkelerin, onları ilk geliştirenler değil, en geniş şekilde benimseyenler olduğunu ortaya koyuyor.
Amerika, 19. yüzyılın sonlarında dünyanın üretim gücü haline geldi; çünkü yeni teknolojilerin pratik kullanımını en iyi anlayan ülkeydi. İngiltere’den çok daha fazla makine mühendisi yetiştirdi ve bu mühendisler Alman meslektaşlarına kıyasla daha uygulamaya dönüktü.
Bu nedenle, yalnızca kahramanca yeniliklere odaklanmak yerine, liderlerin genel amaçlı teknolojilerin ekonomide verimlilik artışı sağlamasına olanak tanıyacak altyapıya yönelmesi gerekiyor. Bu özellikle acil çünkü yapay zekâ, yeni donanım gerektirmediği için önceki teknolojilere kıyasla çok daha hızlı benimsenebilir.
İlk adım, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki yöneticilerin yapay zekâyı iş süreçlerini dönüştürmek için kullanmayı öğrenmelerini sağlamaktır. Elektrik dinamolarının sanayiye getirdiği verimlilik artışı, ancak fabrikaların düzeni bu yeni güç kaynağına göre değiştirildiğinde hissedilmişti. Yapay zekâ yalnızca bilgi işlem departmanıyla sınırlı kalırsa, potansiyelinin yalnızca küçük bir kısmı ortaya çıkar.
İkinci adım, çalışanların yapay zekâyı doğru şekilde kullanmasını sağlamaktır. Kitlesel beceri kazandırma tartışmaları genelde okullarda ne öğretilmesi gerektiğiyle başlar. Ancak bu, durumun aciliyetini göz ardı eder. Örneğin Britanya’da 2030’da çalışıyor olması beklenen iş gücünün %80’i hâlihazırda çalışmakta; diğer G7 ülkelerinde de durum benzer. Bu nedenle şu anda çalışan insanlara ulaşmanın yolları bulunmalı.
Şu anda zaten çok sayıda yapay zekâ eğitim kursu mevcut. Önemli olan, işverenler ve çalışanların hangilerinin en iyisi olduğunu görebileceği güvenilir bir sertifikasyon sisteminin geliştirilmesidir. Teknoloji şirketleri burada rol oynayabilir; tıpkı Cisco’nun 1990’lardan beri 24 milyondan fazla öğrenciye teknik beceri kazandıran Networking Academy’si gibi.
Britanya tarihi, yaygın benimsemeyi nasıl başarabileceğimize dair bir örnek sunuyor. 1969’da Harold Wilson, toplumun değişen doğasına yanıt olarak Açık Üniversite’yi kurdu. Uzaktan eğitim modeli, kampüse gitme imkânı olmayan ya da gitmek istemeyen bireylere ulaştı. BBC yayınları ile ulusal sohbetin bir parçası haline geldi. Şimdi milyonlarca insan bu kurslardan geçti. Şimdi benzer bir başarıyı işçiler için yapay zekâ eğitimleriyle tekrarlama zamanı. İşte bu, ülkelerin gerçekten ihtiyaç duyduğu “OpenAI”dir.
Çalışanları güçlendirmek, aynı zamanda halkın yapay zekâya yönelik tutumunu da dönüştürmeye yardımcı olabilir. Bu da üçüncü adımdır. Başbakan olarak görev yaptığım dönemde, Britanya’nın yalnızca Amerika ve Çin’in ardından dünyada üçüncü sırada olmasına rağmen halkın yapay zekâya karşı oldukça temkinli oluşunu çelişkili buluyordum. Ipsos Mori’nin anketlerine göre, aynı durum özellikle İngilizce konuşulan birçok ülkede geçerli.
Siyasi liderlerin görevi, yaklaşan değişimi açıkça anlatmak ve getireceği faydalara dair bir vizyon sunarak bu tutumu değiştirmektir. Aksi takdirde yapay zekâ yarışında yenilgi kaçınılmaz olur: İnsanlar korktukları bir teknolojiyi benimsemezler.
Hindistan, vatandaşlara teknolojiden umut duymanın nasıl sağlanabileceğini gösteriyor. “Hindistan yığını (India Stack)” insanlara gündelik yaşamlarında doğrudan fayda sağladı. Aadhaar dijital kimlik sistemi 1,4 milyar kişinin doğrudan devlet hizmetlerine erişmesini sağladı; Birleşik Ödeme Girişimi (UPI) ise milyonlarca küçük işletmenin dijital ödeme kabul etmesine olanak tanıdı.
Devletlerin önünde iki büyük zorluk daha var. İlki, yapay zekâyı kamu sektörünün her alanına yaymak. OECD ülkelerinde kamu, ekonomik faaliyetlerin %40’ından fazlasını oluşturduğuna göre, kitlesel bir yapay zekâ uygulaması hükümetlerin katkısı olmadan mümkün değil. Yapay zekâ, kamu hizmetlerini daha üretken hale getirmek ve yaşlanan nüfusun etkilerini dengelemek için en iyi şans.
İkinci büyük zorluk ise benimsemeyi teşvik edecek bir düzenleme modeli oluşturmaktır. Bu, AB’nin yukarıdan aşağıya inşa ettiği AI Yasası’nın taklit edilmemesiyle başlar. Ne yazık ki Amerika’daki birçok eyalet benzer yasaları hazırlamakta. Bu yasalar, yapay zekâ kullanan şirketlere orantısız yasal sorumluluk yükleyerek, CV filtreleme veya finansal teklif hedefleme gibi temel görevleri dahi karmaşık hale getiriyor – hatta fiilen engelliyor. Daha önce hiçbir genel amaçlı teknoloji bu kadar hızlı ve ağır biçimde düzenlemeye tabi tutulmamıştı.
Ancak denetimin olumlu –hatta hayati– olabileceği bir alan var: sınır aşan yapay zekâ modelleri kullanılmadan önce bunların siber, biyolojik ve nükleer risklerinin değerlendirilmesi. Bu, vatandaşların korunması ve teknolojiye güvenin sağlanması açısından kritik önemdedir.
Gelecek on yıllarda büyümeyi yapay zekâdan daha fazla yönlendirecek başka bir şey olmayacak. AGI yarışını yalnızca bir ülke kazanabilir. Ancak her ülkenin, ekonomisine bu teknolojiyi herkesten önce yayarak farklı bir yarışı kazanma şansı var.■
Rishi Sunak, 2022–2024 yılları arasında Birleşik Krallık Başbakanı olarak görev yaptı. Richmond ve Northallerton milletvekili olan Sunak, Hoover Enstitüsü’nde William C. Edwards seçkin misafir araştırmacısıdır.