BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.

Kremlin, nükleer yakıt ve teknoloji alanındaki sınır ötesi ticarete hükmediyor.
İsrail ile İran arasındaki kısa süreli savaş sırasında, dünya kamuoyunun dikkati İran’ın nükleer programına yoğunlaştı. Ancak spot ışıklarının dışında, nükleer teknoloji ve zenginleştirilmiş uranyum ticareti üzerinde başka bir jeopolitik mücadele sürüyor. Bu konu, İran’daki durum kadar patlayıcı olmasa da, oyunun riski ve önemi oldukça yüksek.
Sivil nükleer endüstri genel olarak iki ana pazara ayrılabilir: nükleer enerji santrallerinin inşası ve zenginleştirilmiş uranyum yakıtının üretimi ve tedariki. İlk kategori, Amerika, Çin, Fransa ve Güney Kore gibi büyük iç nükleer enerji filosuna sahip ülkelerin hâkimiyetindedir; bu ülkeler genellikle reaktörleri kendileri inşa eder. Ancak, reaktör ihracatı da önemli bir dış pazar oluşturur. Yakıt pazarı ise çok daha dengesizdir; çünkü yalnızca birkaç ülke uranyumu zenginleştirme kapasitesine sahiptir.
Bu ihracat pazarlarında üstünlük sağlayan taraf, sadece jeopolitik etki ve ekonomik/soft power kazanmakla kalmaz, aynı zamanda nükleer silahların yayılmasını önleme ve güvenlik standartlarını belirleme konusunda da ciddi bir nüfuz elde eder. Bu rekabetin artan öneminin bir işareti, Başkan Donald Trump’ın Mayıs ayında imzaladığı dört başkanlık kararnamesinde görülebilir. Bu kararlar, Amerika’yı yeniden “küresel nükleer enerji lideri” haline getirmeyi ve aynı zamanda ülkenin zenginleştirilmiş uranyum tedarikini güvence altına almayı hedefliyor.
Ancak bu hedefler oldukça iddialı. Zira Amerikan firmaları, uzun süredir nükleer reaktörleri zamanında ve bütçesinde tamamlamakta zorlanıyor. Ayrıca, hem Amerika hem de Avrupa, büyük ölçüde ithal zenginleştirilmiş uranyuma bağımlı durumda—ve bu tedarikin büyük bir kısmı Vladimir Putin’in Rusya’sından geliyor.

Nükleer reaktör satın almak isteyen ülkeler, teorik olarak bu teknolojiyi yedi ana ülkeden temin edebilir: Amerika, Kanada, Çin, Fransa, Japonya, Rusya ve Güney Kore. Ancak, iş ihracata geldiğinde Rusya açık ara önde. Dünya Nükleer Birliği’ne göre, Rusya’nın devlete ait nükleer enerji şirketi Rosatom, elektrik santralleri için nükleer reaktör ihracatında küresel pazarın yaklaşık %65’ini elinde bulunduruyor.
Rusya, sadece yeni nükleer enerji santrali inşa pazarında değil, aynı zamanda bu santrallerde kullanılan zenginleştirilmiş uranyum pazarında da başat konumda. En güncel verilere göre, dünya genelindeki uranyum zenginleştirme kapasitesinin %44’ü Rusya’nın kontrolünde (bkz: grafik 1).
Geçtiğimiz yıl, Avrupa Birliği, ihtiyaç duyduğu zenginleştirilmiş uranyumun dörtte birini Rusya’dan ithal etti. Bu uranyumun büyük bölümü, Rusya tasarımı reaktörlere sahip olan beş ülkeye gitti: Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Macaristan ve Slovakya. 2023 yılında ise Amerika, zenginleştirilmiş uranyum ihtiyacının yaklaşık dörtte birini Rusya’dan satın aldı.

Rusya’nın zenginleştirilmiş uranyum ve nükleer reaktör satışları, gaz ve petrol ihracatının yanında oldukça küçük kalıyor. Ancak nükleer yakıt, petrol kadar kolay ikame edilebilen bir ürün değil. The Economist, Dünya Bankası ticaret verilerini kullanarak 2023 yılında Rusya’nın zenginleştirilmiş uranyum ihracatından yaklaşık 2,7 milyar dolar gelir elde ettiğini hesaplıyor—bu ihracatın büyük bölümü Amerika ve Avrupa Birliği’ne yapıldı. Ayrıca, reaktörler ve yakıt çubukları gibi bileşenlerin ihracatından da 1,1 milyar dolar kazanç sağlandı. Rosatom’un kendisi ise 2023’te yurt dışı operasyonlarından 16 milyar dolardan fazla gelir elde ettiğini bildirdi. Bu tutarın 7 milyar dolardan fazlası, büyük ölçüde Rus devletinin desteklediği kredilerle finanse edilen yeni nükleer santral projelerinden geldi. Bu rakam, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgalinden bu yana arttı; 2021 yılında bu tutar yaklaşık 9 milyar dolardı.
Ancak paradan daha önemli olan şey, müşteri ülkelerin Rosatom’a bağımlılığı sayesinde Rusya’nın elde ettiği diplomatik etki olabilir. Mayıs ayında Avrupa Komisyonu, Rus zenginleştirilmiş uranyumuna vergi veya ek ücret getirmeye yönelik planlarını bir ay sonra açıklayacağını duyurdu. Bu plan, 2027’ye kadar Rus gazı ithalatını sona erdirme hedefiyle paralel düşünülüyordu. Ancak Komisyon kısa süre sonra geri adım attı ve uranyum planlarını erteledi. Bu U dönüşünün arkasında, Rus yapımı reaktörlere sahip olan Slovakya ve Macaristan’ın lobi faaliyetleri vardı; bu ülkeler, planın fiyatları artıracağı gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Pek çok kişi, Macaristan’ın Rusya yanlısı duruşunun, 2014 yılında Rosatom’a ihalesiz şekilde verilen iki nükleer reaktör inşaatı sözleşmeleriyle pekiştiğini düşünüyor.
Benzer şekilde, Türkiye’nin 2010 yılında Rosatom ile imzaladığı dört nükleer reaktör inşa ve işletme anlaşması da Rusya ile ilişkilerini derinleştirdi. Amerikan düşünce kuruluşu CSIS’ten Jane Nakano’ya göre, bu anlaşma Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’dan satın alma kararına da katkıda bulunmuş olabilir. Bu silah anlaşması NATO ile ilişkileri germişti: Amerika, Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının satışını durdurmuş ve ortak üretim programından çıkarmıştı (gerçi Trump bu konuda yeniden adım atabilir). Öte yandan, nükleer proje ise finansman sorunları ve yaptırımlar nedeniyle ciddi gecikmelere uğradı. Bu hafta Rosatom, 25 milyar dolarlık projede %49’luk bir hisseyi satmak için görüşmeler yürüttüğünü açıkladı.
Bangladeş’te Rosatom, ülkenin elektrik üretim kapasitesine yaklaşık %10 katkı sağlayacak iki reaktör inşa ediyor. Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Kacper Szulecki ve Indra Overland’a göre, bu durum Bangladeş’i Belarus, Macaristan ve Slovakya gibi Rus yapımı veya Rusya tarafından işletilen reaktörlere yüksek düzeyde bağımlı ülkeler grubuna sokuyor. Araştırmacılara göre bu tür bağımlılıklar, tedarik kesintileri, sabotaj ve kötü niyetli etkilere karşı kırılganlık yaratıyor.
Bu endişe en azından kısa vadede oldukça gerçekçi görünüyor. Zira Rusya daha önce de enerjiyi bir silah olarak kullanmıştı, örneğin doğal gaz akışını keserek. Ancak uranyumu enerji silahı olarak kullanma kapasitesi daha sınırlı. Rosatom’un birçok Avrupa müşterisi, 2022’den bu yana alternatif tedarikçilerle sözleşme yaptı ya da yıllarca yetecek kadar yakıt stoğu oluşturdu. Ayrıca böyle bir adım, Rusya’ya yeni müşteri kaybettireceği için ciddi ekonomik maliyet yaratır. Bu da, Rusya’nın şimdiye kadar Avrupa’ya uranyum tedarikini kesmemesini açıklayabilir. (Geçen yıl, Amerika’nın ithalat kısıtlamalarına yanıt olarak yalnızca Amerika’ya yapılan ihracatları sınırladı.)
Avukat George Borovas’a göre, Rosatom’un başarısının önemli nedenlerinden biri, yakıt, mühendis eğitimi ve tüm teknik desteği içeren “her şey dahil” cazip bir paket sunması. Devlet desteği, Rosatom’un nükleer projelerdeki büyük finansal ve sigortalanamaz riskleri üstlenmesini mümkün kılıyor. Örneğin Rusya, Bangladeş’te inşa edilen ilk reaktör setinin yaklaşık 12,6 milyar dolarlık maliyetinin %90’ını kredilerle karşılıyor.
Illinois State Üniversitesi’nden siyaset bilimci Ali Riaz, Bangladeş’teki bu tür projelerin, Rusya’ya Güney Asya’da uzun vadeli bir nüfuz alanı sunduğunu söylüyor. Bir nükleer reaktörün inşasından sökülmesine kadar geçen süreç 80 yıla kadar uzayabiliyor. Bu da ülkeleri bakım, yedek parça, eğitim ve teknik destek alanlarında on yıllarca sürecek anlaşmalara bağımlı hale getiriyor. Bangladeşli siyasetçiler, isteseler bile bu anlaşmalardan çıkmakta zorlanırlar; çünkü kredi sözleşmelerine bağlı hale gelirler.
Batılı hükümetler, Rusya’nın nükleer diplomasi gücünü zayıflatmak için iki yönlü bir strateji izliyor. Birincisi, kendi Rosatom bağımlılıklarını azaltmak: zenginleştirilmiş uranyum, yakıt çubukları ve ilgili hizmetlerden daha az faydalanmak. İkincisi ise, reaktör ihracatında Rusya ile daha güçlü rekabet etmek. 2023 yılında Amerika, İngiltere, Kanada, Fransa ve Japonya, en az 4,2 milyar dolarlık yeni zenginleştirme yatırımı için birlikte çalışmak üzere “Sapporo Beşlisi” adlı bir grup kurdu.
Bağımlılığın kırılması
Bu çabaların bazı meyveleri görülmeye başlandı. Geçtiğimiz yıl, Avrupa’nın Rus zenginleştirilmiş uranyumuna bağımlılığı %38’den %24’e düştü. Bu oran daha da düşebilir. Ancak, Amerika, Kanada, Japonya ve Güney Kore gibi Batılı ülkelerin talebi, dost ülkelerden gelen arzı muhtemelen aşacak—yeni kapasite devreye girse bile.
Rus yapımı reaktörlere sahip AB ülkeleri de Rosatom’a olan bağımlılıklarını azaltmak için adımlar atıyor. Amerikalı şirket Westinghouse, Rus VVER tipi reaktörlerle uyumlu nükleer yakıt çubukları geliştirdi ve bunları Bulgaristan, Çekya ve Ukrayna’ya tedarik etmek üzere anlaşmalar yaptı.
Batılı hükümetler ayrıca, Rosatom’u reaktör ihracat pazarında da geriletmek istiyor. Ancak bu kolay olmayacak. BloombergNEF’ten Chris Gadomski’ye göre, Batılı şirketlerin yurtdışında sipariş alabilmeleri için önce kendi ülkelerinde nükleer projeleri zamanında ve bütçeyle tamamlayabildiklerini göstermeleri gerekiyor. Fransa’nın devlet destekli elektrik firması EDF, son üç nükleer projesinde (Britanya, Fransa ve Finlandiya’da) ciddi gecikmeler ve maliyet aşımları yaşadı. Amerika’da ise 2017’den bu yana sadece bir nükleer santral tamamlandı. Bu santral, tahmin edilenin iki katından fazlası olan yaklaşık 35 milyar dolara mal oldu ve yediyıl gecikmeli tamamlandı. Bu gecikmelerin nedenlerinden biri, inşaat becerilerinin zayıflamış olması. Ayrıca Batı’daki katı regülasyonlar ve zorlu planlama süreçleri de reaktörlerin hayata geçirilmesini yavaşlatıyor.
Bombayı Yasaklamak
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki on yıllarda, Amerika sivil nükleer enerji alanında açık bir üstünlüğe sahipti. Bu dönemde, uluslararası standartları belirleyerek ve güvenliği artırarak küresel sistemi şekillendirdi; örneğin, Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) kurulması yönündeki çabaları bunun bir örneğiydi. 1978’de Amerika, nükleer teknolojisine erişmek isteyen ülkelerin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı (NPT) imzalamalarını zorunlu kıldı.
Rusya’nın sicili ise bu konuda oldukça karışık. Londra merkezli düşünce kuruluşu Royal United Services Institute’tan Darya Dolzikova, 2022’den bu yana Rusya’nın yayılmanın önlenmesi konusunda “açıkça ters yönde hareket ettiğini, hatta engelleyici hale geldiğini” savunuyor.
Yine de bazılarına göre iyi haber şu: Rusya’ya karşı güçlü bir rakip doğuyor. Bu rakip, çoğu Batılı nükleer firmadan farklı olarak; tecrübeli bir iş gücüne, güçlü bir proje portföyüne, sadece altı yılda reaktör inşa edebilme geçmişine ve devlet destekli finansman sunma kapasitesine sahip. Kötü haber ise, bu rakibin Çin olması—ve Çin’in de nükleer silahların yayılmasını önleme konusunda sarsıntılı bir geçmişi var.
Çin, on yıllar boyunca NPT’yi adaletsiz olduğu gerekçesiyle eleştirdi. 1970’ler ve 1980’lerde, Pakistan’ın nükleer silah programına destek verdi, hatta bir bombanın tasarım planlarını sağladığı dahi biliniyor. O zamandan bu yana önemli bir mesafe kat etti: 1992’de NPT’ye katıldı ve haydut devletlere satıştan uzak durdu. Ancak bencil davranışları sürüyor; örneğin, Kuzey Kore’nin nükleer bomba üretimi üzerindeki denetimi gevşetti, çünkü bu rejimi jeopolitik bir tampon olarak görüyor.
Şimdiye dek, Putin’in agresif nükleer diplomasisi Batı’yı endişelendiren bir konu olarak kalmıştı. Ancak, küresel nükleer pazarın yalnızca bir değil, iki otoriter rejim tarafından kontrol edilme ihtimali, artık tüm dünya için kaygı verici olmalı.