
Sakarya’nın Sapanca ilçesinde düzenlenen Uluslararası Ekonomi Zirvesi’ne katılması beklenen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, son anda programında yaşanan değişiklikten dolayı zirveye videolu mesaj gönderdi.
Dezenflasyon programını uygulamakta kararlı olduklarını belirten Şimşek, İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na yönelik düzenlenen operasyonun ardından yaşanan dalgalandırmalara ilişkin, “Son dönem piyasa dalgalanmaları beklentileri kısa vadede bir miktar bozmuş olabilir. Ancak hedef aralığının içinde kalacağımıza inanıyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
Şimşek’in dalgalanmanın nedenine dair yorum yapmaması dikkat çekti.
İlk olarak 2010 yılında 50 iş insanıyla yola çıkan ve geldiğimiz süreçte Bakanların, eski devlet başkanlarının katıldığı Uluslararası Ekonomi Zirvesi’nin 2025 yılı programı Sakarya’nın Sapanca ilçesinde başladı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de programa katılması bekleniyordu ancak Şimşek, Giresun’da düzenlenecek olan Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısından dolayı zirveye katılmadı. Şimşek, Türkiye’nin önde gelen iş insanlarının ve çok sayıda uluslararası katılımcılarının da katıldığı zirveye videolu mesaj yolladı.
KORUMACILIK POLİTİKASI
Şimşek’in gönderdiği videolu mesajdan öne çıkan başlıklar şöyle:
” Ülkemiz ve dünya önemli meydan okumalarla karşı karşıya. Bugünkü konuşmamda küresel ve yapısal sorunlara ve ülkemizin bu tablo içindeki konumuna değinmek istiyorum. Bunlar ticarette artan korumacılık, yüksek borçluluk, yaşlanan nüfus, dönüştürücü, yıkıcı teknolojiler ve iklim değişikliği.
İlk olarak ticaret savaşları olarak da bilinen korumacılığa değinmek istiyorum. Son dönemde yoğunlaşan korumacılık tedbirleri nedeniyle Küresel ekonomi politikalarındaki belirsizlik hiçbir dönemde olmadığı kadar arttı. Aslında korumacılık yeni bir trend değil. Son 15 yılda ticarette kısıtlayıcı tedbirler attı. Geçen sene ticaret kısıtlamalarını küresel finansal kriz öncesine göre tam 11 kat yükseldi. Bu gelişme küresel büyümeyi aşağıya çeken başlıca faktörlerden biri. Küresel finansal kriz öncesi dönemde küresel ticaretteki büyüme aslında küresel büyümeyin 2 katı hızla artıyor. Oysa küresel finansal kriz sonrası dönemde, Küresel ticaretteki büyüme küresel büyümenin daha altında kaldı. Yani büyüme motoru olmaktan neredeyse çıktı.”
“KÜRESEL BÜYÜME GERİLEYEBİLİR”
Ticaret savaşları bu şekilde devam ederse, küresel büyümenin yüzde 3’ün altında gerilemesinin altına inmesi yüksek. Korumacılığın artmasının temel sebebi, ABD ile Çin arasındaki jeo-stratejik rekabettir. Son 20 yılda ABD, AB ve Japonya gibi gelişmiş ekonomiler, imalat sanayisindeki küresel paylarını büyük ölçüde Çin’e kaptırdılar. Bugün dünya imalat sanayi katma değerinin yüzde 30’undan fazlası Çin’de üretiliyor. Çin artık her küresel üretimde süper güç hem de birçok ülkenin en büyük ticaret ortağı. Türkiye bu ortamda benzer ülkelere kıyasla daha dayanıklı bir konumda. Bunun 2 tane nedeni var. Birincisi ihracata olan bağımlılığımız görece düşük. Büyümemizi yönlendiren asıl unsur iç talep. Mal ihracatının milli gelirimizin içerisindeki payı yaklaşık yüzde 20. Dolaysıyla içe kapanan bir dünya düzeninde Türkiye’nin etkilenme düzeyi görece daha sınırlı olabilir. Elbette bundan hiç etkilenmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Sadece diğer ülkelere kıyasla daha sınırlı etkileneceğiz.
“KURAL TEMELLİ SİSTEMİ SAVUNMAK BİZİ DAHA DAYANIKLI KILIYOR”
İkincisi, ticaretimizin büyük bir kısmını dost ve yakın ülkelerle yürüttüğümüz ihracatımızın, yüzde 2’si serbest ticaret anlaşmalarımızın olduğu ülkelere yapılıyor. En büyük ticaret ortağımız olan AB bizim gibi kural temelli, çok taraflı ticaret sistemini savunuyor. Bu da bizi dış şoklara karşı daha dayanıklı kılıyor. Tabi dolaylı etkiler de var. Ancak bunları ölçmek için henüz çok erken. Bunun başında Çin’in yüksek tarifelere karşı nasıl yanıt vereceği geliyor. Arz fazlasının düşük fiyatlarla ülkemize veya bizim pazarlara yönelme riski var. Yatırımcıların risk iştahının azalması, yaşadığımız diğer bir dolaylı etkidir. Ayrıca küresel değer zincirlerinin olumsuz etkilenmesinin riski de büyüktür.
“TÜRKİYE AVANTAJLI BİR KONUMDA”
ABD’nin Türkiye’ye görece düşük tarife uygulaması, Asya’daki rakiplerimize oranla bir avantaj sunuyor. Küresel ekonominin karşı karşıya olduğu diğer bir önemli risk artan borçluluktur. Son 25 yılda küresel borcun millî gelire oranı yüz puandan fazla arttı ve yüzde 328’e ulaştı. Bu borç seviyesi düşük faiz ortamında daha yönetilebilirdi. Ancak küresel faizlerin yükseldiği bir senaryoda pek çok ülke zorlanabilir ve küresel büyüme olumsuz etkilenebilir. Türkiye burada da avantajlı bir konumda. Toplam borcumuzun milli gelire oranı yüzde 93 seviyesinde. Bu oran, gelişmekte olan ülkeler ortalaması yüzde 245’in oldukça altında.
Bir diğer küresel meydan okuma da demografik yapıdaki dönüşümdür. Dünya genelinde yaşlı nüfus giderek artıyor. 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yüzde 5’ten yüzde 10’a çıkması 70 yıldan uzun sürdü. Ancak bu oranının yüzde 10’dan yüzde 15′ çıkması sadece 25 yıl alacak gibi. Türkiye’de de nüfus yaşlanmaya başladı. Ancak önümüzde en az 20 yıllık bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Çünkü çalışma çağındaki nüfusumuz artmaya devam ediyor. Kadınların iş gücüne katılma oranı düşük ancak biz bunu artırarak demografik dönüşümün getirdiği riskleri çok daha yönetebiliriz.
“TÜRKİYE SANAYİDE KATMA DEĞER YÜKSELTME FIRSATINA SAHİP”
Küresel ekonomiyi etkileyen diğer bir sorun artan jeopolitik gerginlikler ve çatışmalardır. Bu nedenle küresel savunma harcamalarının arttığını görüyoruz. Son 25 yılda savunma harcamaları dolar bazında 2 kat artarak 2.4 trilyon dolara erişti. Önümüzdeki 10 yılda bunun katlanması ihtimalli yüksek görünüyor. Örneğin AB önümüzdeki 4 yılda savunma için 800 milyar avroya kadar kaynak ayırmak için mali kurallarını esnetti. Ülkemiz NATO’da ikinci büyük kara ordusuyla, yerli ve milli savunma endüstrisiyle yüksek caydırıcılığa sahiptir. Küresel savunma harcamalarındaki artış, Türkiye için önemli fırsatlar sunuyor. 25 yıl önce dünyanın en büyük savunma ekipmanı ithalatçılarından biriydik. 2024 yılında dünyanın en büyük 11’nci savunma sanayi ihracatçısı olduk. Sektörde yüzde 80’i aşan yerli ve milli bir üretim kapasitemiz var. 3 bin 500’den fazla firma aktif olarak ARGE ve üretim faaliyetlerini yürütüyor. Bu büyüyen pazarda Türkiye daha fazla pay alarak sanayide katma değeri yükseltme fırsatına sahip. İletken yapay zeka ve robot teknolojilerindeki gelişmeler de küresel büyümeyi etkileyecek bir faktör. Yapay zeka özellikle verimlilik artışı açısından olağan üstü bir potansiyele sahip.
Ancak bu alanda da korumacılık eğilimleri hızla artıyor. Bu da teknolojilere eşit erişimi giderek zorlaştırıyor. Türkiye IMF’nin yapay zeka hazırlık endeksinde gelişmekte olan ülkeler ortalamalısının oldukça üstünde. Ancak gelişmiş ülkelerle arayı kapatmamız gerekiyor. Bu yüzden dijital dönüşümü ve yapay zeka kullanımını öncelikli bir alan olarak, fiber kapasitemizin genişletilmesi, 5G, büyük veri merkezleri, ulusal GPS oluşturulması ve nükleer enerji gibi alanlarda yatırımları hızlandıracağız.
Son olarak dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorunların en başında iklim değişikliği gelmektedir. İklim değişikliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de doğrudan etkileme potansiyeline sahip. Bu etkileri sınırlama için enerjide dönüşüm, sulama, tarımda yeni üretim modelleri konusunda ciddi yatırımlar yapıyoruz. 2024’te elektriğimizin yüzde 50’si yenilenebilir kaynaklardan geldi. Hedefimiz bu oranı yüzde 70’lerin üzerine çıkarmak.
Özetle, dünyada ciddi yapısal sorunlar var. Ama Türkiye, bu zorluklara karşı daha avantajlı konumda. Avantajlarımızı kalıcı kazanımlara dönüştürmek istiyoruz. Bu nedenle de Haziran 2023’ten bu yana makro ekonomik istikrar ve reform programımızı kararlılıkla yürütüyoruz. Amcamız enflasyonu kalıcı olarak tek haneye indirmek. Mali disiplini güçlendirerek, reformlar için bütçede alan yaratmak. Cari açığı azaltarak makro finansal kırılganlıkları minimize etmek. Ve nihayetinde rekabet gücünü ve potansiyel büyümeyi arttırarak yapısal dönüşümü hayata geçirmek.
“PİYASA DALGALANMALARI BEKLENTİLERİ KISA VADEDE BİR MİKTAR BOZMUŞ OLABİLİR”
Peki, programda neredeyiz? Enflasyon 10 aydır düşüyor ve düşmeye de devam edecek. Dezenflasyon programını uygulamakta kararlıyız. Bu konuda çok güçlü bir siyasi irade ve çok güçlü bir programımız var. Son dönem piyasa dalgalanmaları beklentileri kısa vadede bir miktar bozmuş olabilir. Ancak hedef aralığının içinde kalacağımıza inanıyoruz. Lirada sınırlı bir değer kaybı yaşandı. Ancak yurt içi talep zayıf olduğu için kur geçişgenliğinin düşük olmasını bekliyoruz. Petrol fiyatları da ciddi bir şekilde geriledi. Bu da kur kaynaklı etkileri telafi edebilir. En önemlisi finansal konulardaki sıkılaşma başlı başına aslında dezenflasyonisttir.
Kamu maliyesine gelirsek. Deprem nedeniyle bütçe açığımız son 2 yılda yüzde 5 civarına çıktı. Ancak bu yıl daha düşük bir bütçe açığı hedefliyoruz. Harcama disiplininden asla taviz vermeyeceğiz. Gelir tarafıysa takdir edersiniz ki ekonomik faaliyet düzeyine bağlı. Bu nedenle piyasalardaki son gelişmeler OVP’ye kıyasla daha zayıf bir bütçe dengesine sebep olabilir. Mali konsolidasyondan maksadımız Merkez Bankası’na destek olmaktı. Harcamaları kontrol altında tutarak dezenflasyona destek vereceğiz, bu çok net. Programla beraber cari açığı azaltmak, uzun vadede yapısal cari fazla verebilen bir ekonomi haline gelmeyi hedefliyoruz. Geçtiğimiz yıl altın ihtilatı hariç aslında cari fazla verdik. Yani ılımlı bir büyüme ortamında artık cari açık vermeden büyüyebileceğimiz bir eşiğe ulaştık. Ancak hala atacağımız adımlar var.
“EKONOMİDE DENGELEMEYİ SAĞLADIK”
Yeşil ve dijital dönüşüm ile sanayide verimlilik ve teknoloji odaklı dönüşümü gerçekleştirmek için program bileşenlerini devreye aldık. Piyasalardaki son gelişmeler özellikle petrol fiyatlarındaki düşüş, program hedeflerinin de altında bir cari açığı ima ediyor. Son olarak büyümeye değinmek istiyorum. Ekonomide dengelenmeyi sağladık. İstihdam güçlü seyrediyor. Geçtiğimiz yıl yaklaşık 1 milyon kişiye istihdam sağladık. Bir istikrar programı uygulanırken bu ölçekte istihdam artışı büyük bir artıştır. Piyasadaki son dalgalanmalar ekonomik aktiviteden geçici bir yavaşlamaya neden olabilir. Ancak uyguladığımız programla ülkemizin dış kırılganlıklarını azalttık. Şoklara karşı dayanaklıklarını arttırdık. Makro finansal istikrarı güçlendirdik ve yüksek büyüme için sağlam temelleri oluşturuyoruz. Küresel sorunlara karşı da yapısal avantajlarımız var.
Uyguladığımız program hem bu avantajları pekiştiriyor hem de kalıcı refahı tesis etmeyi hedefliyor. Dolaysıyla iyimser olmak için güçlü gerekçelerimiz var. Bu küresel kriz ülkemiz için önemli fırsatlar barındırıyor. Biz de bu dönemi sadece riskleri yönetmek için değil yapısal dönüşümleri hayata geçirerek aslında bu fırsatları kullanmak istiyoruz. Programımızı kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz. “