BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru ile ABD Başkanı Donald Trump’ın pek ortak yönü yok. Nehru, Harrow School ve Trinity College, Cambridge mezunu entelektüel bir figürdü; Donald Trump ise pahalı eğitimine rağmen, en nihayetinde New York emlak dünyasının içinden gelen, kaba saba bir iş insanı. Nehru, başbakan olmadan önce bir özgürlük savaşçısıydı ve sömürge yönetimine karşı verdiği mücadele nedeniyle Britanya hapishanelerinde dokuz yıl geçirdi; Trump’ın hukukla olan sıkıntıları ise bir porno yıldızına sus payı ödemesiyle sınırlı kaldı. Ancak Nehru’nun Fabian sosyalizmi – ticarete karşı güvensizlik ile bilimsel ilerlemeye duyduğu entelektüel hayranlık karışımı – yıllar sonra Trump’ın “önce Amerika” yaklaşımına şaşırtıcı biçimde benzer bir görüş ortaya koyuyor.
9 Temmuz’da, Trump’ın ABD ile ticaret anlaşması imzalamamış ülkelere uyguladığı 90 günlük gümrük tarifesi muafiyeti sona eriyor. Hindistan da bu süre dolmadan bir anlaşma yapmaya çalışan ülkelerden biri. Fakat Trump yönetiminin Güney Asya’daki bu dev ülkeye dikkat kesilmesini gerektiren başka bir neden daha var. Nehru’nun ithalat izinleri sistemi ve yerli sanayiye teşvik politikası olarak bilinen Lisans Krallığı (Licence Raj), Amerika’nın içine kapanan ticaret yaklaşımı için önemli dersler barındırıyor.
Nehru döneminde Hindistan hükümeti, devlet eliyle inşa edilen kimyasal rafineriler, hidroelektrik santraller ve çelik fabrikaları ile modern ve sosyalist bir ekonomi yaratmayı umuyordu. Ancak ülke cari açık veriyordu ve hükümet, ihracatı rekabetçi kılmak için rupinin değerini düşürmeye yanaşmıyordu. Bu durum, yurt dışından sermaye malı ithalatı için gerekli dövizin yetersizliğine yol açtı. “Çözüm” ise ithalatı kısıtlamaktı. Yurt dışından ekipman veya parça ithal etmek isteyen firmaların izin alması gerekiyordu. Tüketici ürünlerinin ithalatı ise kalkınmaya “gerekli olmadığı” gerekçesiyle fiilen yasaklanmıştı.
Lisans Krallığı örneği, ticaret kısıtlamalarının zararlarının yalnızca ucuz ithalat veya yeni ihracat pazarlarının kaybıyla sınırlı olmadığını gösteriyor. Kısıtlamalar yeni çarpıklıklar yaratır: şirketler enerjilerini rekabet etmek yerine kendi çıkarlarına uygun düzenlemeler için kullanır, bürokratlar kamu kaynakları üzerinden kazanç sağlamanın yeni yollarını bulur, kaçakçılar ise yasa dışı ticaretten kar elde eder. Tüm bu etkiler, sadece ekonomik büyümenin düşmesiyle oluşan hasarın çok ötesine geçerek ekonomi, siyaset ve toplumu içten içe kemirir.
1974’te Minnesota Üniversitesi’nden Anne Krueger, gelişmekte olan ülkelerde firmaların lisanslar aracılığıyla tekel veya oligopol konumlar kazanmak için verdikleri mücadeleyi tarif etmek için “rant arayışı” (rent-seeking) kavramını ortaya attı. Üretime kaynak ayırmak yerine, şirketler bu kaynakları – yasal ya da değil – izin koparmak için kullanıyordu. Krueger, bu çabaları bazen başkent gezileri gibi basit yollarla, bazen ise rüşvet, yetkililerin akrabalarının işe alınması ya da bürokratlara emeklilik sonrası pozisyon verilmesi gibi karmaşık ilişkilerle açıklıyordu. Hindistan’daki ithalat izin sistemi bu tanıma birebir uyuyordu. Krueger, 1964 yılında Hindistan’daki rantların GSYH’nin %7’sine ulaştığını hesaplamıştı – aynı yıl eğitim harcamaları ise yalnızca %1,5 seviyesindeydi.
Trump’ın yürüttüğü ticaret savaşında da benzer kayırmacılık fırsatları dikkat çekiyor. Örneğin Apple: CEO’su Tim Cook’un Trump’la yaptığı bir telefon görüşmesinin ardından, Çin’de üretilen akıllı telefonlara uygulanan tarifelerden muaf tutuldu. Trump görüşme sonrasında gazetecilere şöyle dedi: “Tim Cook’a yardım ettim ve bu işi hallettik.”
Columbia Üniversitesi’nden Jagdish Bhagwati – ki 1990’ların başında Hindistan’daki Lisans Krallığı’nın yıkımına ilham veren isimlerden biri olmuştur – doğrudan üretken olmayan, kar amacı güden faaliyetlerden bahseder. Bu faaliyetler yalnızca rant arayışı değil, aynı zamanda kaçakçılık, tarife gelirlerinden pay alma lobiciliği ve ekstra vergi taleplerini de kapsar. Her ne kadar yasadışı olsa da, gümrük vergilerinden kaçınmak ekonomik olarak bazen yararlı sonuçlar doğurabilir; çünkü bu kaçakçılık, tarifelerin yarattığı zararları dengeleyebilir. Çinli ihracatçıların mallarını başka ülkeler üzerinden göndererek menşe ülkeyi gizlemeleri olan “tarife yıkama” (tariff-washing) yöntemi, Amerikan tüketicilerine doğrudan fayda sağlar. Tim Cook’un başkana “yağcılık yapması”, iPhone alıcıları için kötü olmasa da, zamanını işini yönetmek yerine bu tür ilişkilerle harcaması daha az tercih edilesi bir durumdur.
Too many Cooks (Fazla aşçı, yemeği bozar)
Nehru bir sosyalistti, ancak Lisans Krallığı ekonomiyi daha eşit hale getirmek bir yana, sistemi iyi oynayan birkaç büyük holdingin çıkarına hizmet eder hale geldi. Tüketiciler ise basit ürünlerde dahi seçenekten yoksundu. Örneğin Coca-Cola, 1977’de hükümetin formülünü teslim etmesini istemesi üzerine Hindistan’dan çekildi. Trump ise farklı bir tarzda, ailelere “çocuklarınıza daha az oyuncak alın” demeyi tercih etti.
Tüm kusurlarına rağmen Lisans Krallığı kırk yıl boyunca sürdü. 1978’de Delhi Ekonomi Okulu’ndan Raj Krishna, Hindistan’ın %3-4’lük büyümesine atfen “Hindu büyüme hızı” terimini ortaya attı. Ona göre sadece reenkarnasyona inanan biri bu kadar yavaş ilerlemeye tahammül edebilirdi. Nehru’nun torunu ve başbakan adayı olan Rajiv Gandhi’nin 1991’de suikaste uğraması ve buna eşlik eden IMF kurtarma paketiyle birlikte sistem çöktü. Reformcu maliye bakanı Manmohan Singh, ithalat izinlerini kaldırdı ve tarifeleri düşürdü. O günden beri büyüme oranı ortalama %6 seviyelerinde seyrediyor.
Ancak Lisans Krallığı’nın sona ermesi yolsuzluğun da bittiği anlamına gelmedi. Singh’in 2004’te başbakan olmasından sonra kurduğu hükümet, telekom lisansları ve kömür imtiyazlarına dair büyük yolsuzluklarla gündeme geldi. Dahası, Lisans Krallığı döneminde servet biriktiren aileler, kamu varlıklarının özelleştirilmesinde büyük avantaj elde etti. Yani sistemin kalıntıları hâlâ etkisini sürdürüyor. Amerikalılar, Trump’ın korumacılığının da benzer şekilde kalıcı hale gelmemesini ummalı.