● Dolar Endeksi (DXY) 99,55 seviyesine çıkarak son üç ayın en yüksek noktasına ulaştı.
● ABD tahvil faizleri yükselirken, Washington’un artan borç yükü “güçlü dolar paradoksunu” derinleştiriyor.
● Gelişen ülke para birimleri ve emtia fiyatları baskı altında; yatırımcı güvenli limanlara yöneliyor.
ABD Dolar Endeksi (DXY), ekim ayının son haftasında üç ayın zirvesine tırmandı. 99,55 seviyesine ulaşan endeks, Temmuz sonundan bu yana en yüksek kapanışını gerçekleştirdi. Ancak doların bu yükselişi, ironik biçimde ABD’nin kendi borç sürdürülebilirliği tartışmalarının gölgesinde yaşanıyor.
Son aylarda Hazine’nin borçlanma maliyetleri sert şekilde arttı. 10 yıllık tahvil faizleri %5 eşiğine yaklaşırken, federal borç toplamı 37 trilyon doları aşmış durumda. Kongre’de süren harcama tavanı tartışmaları ve zaman zaman gündeme gelen “borç temerrüdü” riski, ABD’nin güvenli liman statüsünü sorgulatıyor.
Bu tablo “güçlü dolar, zayıf bilanço” paradoksunu ortaya çıkarıyor: ABD, küresel yatırımcının riskten kaçışında dolara yönelmesinden fayda sağlarken, aynı zamanda iç borç dinamikleri açısından daha kırılgan hale geliyor.
Yatırımcı açısından bu gelişme, riskli varlıklardan çıkış ve nakde dönüş döneminin işareti. Güçlü dolar; altın, petrol ve gümüş gibi emtialar üzerinde satış baskısı yaratırken, gelişen ülke para birimlerinde değer kaybı riskini artırıyor. TL, peso ve real gibi yüksek faizli para birimleri için bu tablo, dış finansman maliyetinin yeniden yükselmesi anlamına geliyor.
ABD’nin iç borç yapısındaki baskı, küresel fonlama koşullarını da doğrudan etkiliyor. Washington daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kaldıkça, küresel likidite sıkışıyor. Bu da özellikle Asya ve Latin Amerika piyasalarındaki sermaye girişlerini yavaşlatıyor.
Analistler, DXY’nin 100 seviyesinin üzerinde kalıcılık sağlaması halinde doların yeniden küresel sermaye akımlarını domine edeceğini, ancak bu durumun ABD için de çift taraflı bir kılıç olabileceğini vurguluyor: güçlü dolar, dışarıdan sermaye çekse de borç faizlerini yukarı taşıyarak bütçe yükünü ağırlaştırıyor.
Türkiye açısından bakıldığında güçlü dolar, kur baskısı ve ithalat maliyetleri üzerinden enflasyonist bir risk yaratabilir. Ancak rezerv çeşitlendirmesini artıran ülkeler için bu dönem, döviz cinsinden varlık kompozisyonunu yeniden düzenleme fırsatı da sunuyor.







