BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Bu zaten korkutucu bir hastalık ve görünüşe göre giderek daha da ölümcül hale geliyor. Kanser, her yıl yaklaşık 10 milyon insanın ölümüne neden oluyor ve bu sayı onlarca yıldır istikrarlı bir şekilde artıyor. Zengin ülkelerde erkeklerin yarısı ve kadınların üçte biri hayatlarının bir noktasında kansere yakalanıyor. Avustralya, Britanya, Kanada ve Japonya gibi birçok ülkede insanlar herhangi bir başka nedenden çok kansere bağlı olarak hayatını kaybediyor.

Ancak bu korkutucu rakamlar büyük ölçüde demografik etkenlerin bir sonucudur. Dünya nüfusu arttıkça, kansere bağlı ölümler de artıyor. Küresel olarak medyan yaşın yükselmesi de benzer bir etki yaratıyor; çünkü kanserin gelişmesi on yıllar sürebilir ve bu nedenle yaşlıları gençlere kıyasla daha fazla etkiler. Nüfus artışı ve yaşlanmanın etkileri dışarıda bırakıldığında, son 30 yıl içinde kansere bağlı ölüm oranı aslında belirgin şekilde azalmış. (bkz. grafik 1). Kanser giderek daha az ölümcül hale geliyor—ve bilim insanlarının hastalığa dair hızla gelişen anlayışı, önümüzdeki yıllarda daha fazla ilerleme kaydedilmesine olanak tanıyor.

Ölüm oranlarındaki düşüş, kanserin önlenmesi, teşhisi ve tedavisinde görülen her türden ilerlemeyi yansıtıyor. En büyük kazanım ise sigara kullanımındaki azalmadan geldi; çünkü sigara, dünya genelindeki tüm kanser ölümlerinin yaklaşık %20’sinden ve akciğer kanserlerinin %85’inden sorumlu (bkz. grafik 2). Mamografi, kolonoskopi ve smear testleri gibi tarama yöntemleri, zamanla kansere dönüşebilecek lezyon, polip ve doku değişimlerinin erken tespitini sağlayarak bunların kanserleşmeden çıkarılmasına imkân verdi. Daha gelişmiş cerrahi teknikler ve kanser ilaçları ise hastalığa yakalananların hayatta kalma oranlarını artırdı. Son yıllarda, bağışıklık sisteminin kanserle daha etkili savaşmasını sağlayan immünoterapiler de ciddi ilerlemeler kaydetti.
Bir tahmine göre, bu tür ilerlemeler sayesinde 1975 ile 2020 arasında ABD’de yaklaşık 6 milyon ölüm engellendi. Bu ölümler, o dönemlerde toplam kanser ölümlerinin %70’ini oluşturan akciğer, meme, bağırsak, prostat ve rahim ağzı kanserleri kaynaklıydı. Engellenen ölümlerin biraz üzerinde yarısı sigaranın azalmasına, %23’ü daha iyi taramalara, %20’si ise daha etkili tedavilere bağlandı. Zamanında zengin ülkelerde yaygın olan mide kanseri de belirgin şekilde azaldı. 1990’larda yapılan araştırmalar, bu kanserin çoğunlukla Helicobacter pylori adlı bakteriden kaynaklandığını gösterdi. Zaten 1950’lerden beri hijyenin iyileşmesi ve antibiyotiklerin yaygın kullanımı bu bakterinin yayılmasını azaltmıştı; ancak bu keşif, doğrudan test ve tedavileri artırarak mide kanseri vakalarının daha da düşmesini sağladı.
Rahim Ağzı Kanserine Karşı Büyük Başarı
Belki de en çarpıcı ilerleme, rahim ağzı kanserinin önlenmesinde yaşandı. 20. yüzyılın başlarında bu hastalık, ABD’de kadınlarda en çok ölüme yol açan kanser türüydü. Mikroskop altında rahim ağzı hücrelerinde görülen bazı değişimlerin kansere dönüştüğünün anlaşılması, erken tarama programlarının başlamasına yol açtı. Bu sayede riskli dokular henüz kansere dönüşmeden çıkarılmaya başlandı. Bu süreçte biriken veriler sayesinde neredeyse tüm rahim ağzı kanserlerinin HPV virüsü ile ilişkili olduğu keşfedildi. Bunun sonucunda geliştirilen HPV aşıları, hastalığın neredeyse ortadan kaldırılması umudunu doğurdu. İngiltere’de, 12–13 yaşlarında aşılanan ilk kuşakta, 20’li yaşlara gelindiğinde rahim ağzı kanseri vakaları %90 azaldı.
Bu başarı, bilim insanlarına diğer kanser türlerinin önlenmesinde de bir yol haritası sundu. İlk olarak kimlerin risk altında olduğunu belirlemeyi, ardından en etkili müdahale yolunu seçmeyi öğretti: Sigara bıraktırmak, genç kadınlara HPV aşısı yaptırmak gibi. Ancak çoğu kanserin nedeni daha karmaşık ve belirsiz olduğundan bu tür müdahaleler daha zor. Gerçekte, kanser vakalarının yalnızca yaklaşık yarısı, bilinen bir risk faktörüyle açıklanabiliyor. Ancak yıllar içinde biriken doku örnekleri ve hücresel biyolojideki ilerlemeler, kanseri anlamayı ve kişiselleştirilmiş tedaviler geliştirmeyi kolaylaştırıyor. Bu doğrultuda geliştirilen yeni aşılar ve koruyucu ilaçlar da yolda. Amaç, kanseri ortaya çıktıktan sonra değil, ortaya çıkmadan durdurmak.
Kanserin Uzun Süren Yolculuğu
Oxford Üniversitesi’nden Sarah Blagden şöyle açıklıyor:
“Kanser bir anda ortaya çıkmaz. Yıllar süren bir süreçtir ve bu süreç, tıbbi müdahaleye bolca fırsat sunar.”
Bu süreç, genetik mutasyonlarla hücrelerin anormal şekilde bölünmeye başlamasıyla tetiklenir. Bazı hücreler, bağışıklık sistemi tarafından fark edilmemek için gizlenme özellikleri geliştirir. Sonunda bunlar, lezyon, polip ya da tümör haline gelir. Bu yapılar 5 ila 15 yıl içinde gelişir ve mamografi, kolonoskopi gibi yöntemlerle tespit edilebilir. Bazıları duraklar veya küçülürken, bazıları kansere dönüşür ve büyüdüğü organın dışına çıkar, vücuda yayılır (bu da genellikle 5–10 yıl alır).
Tarama Yöntemleri: Fırsatlar ve Riskler
Çoğu tarama programı, bu lezyonları kanserleşmeden önce tespit edip çıkarmaya çalışır. Ancak kimin taranacağı ve hangi lezyonun çıkarılması gerektiği belirsizdir. Mevcut sistem genellikle genel kriterlere dayanır (örneğin yaş, aile geçmişi). Sonuçta, riskli olmayan pek çok insan gereksiz ve hatta zararlı testlere maruz kalır. Örneğin kolonoskopiler bağırsakta delinmeye yol açabilir; meme, akciğer ve diğer doku biyopsileri enfeksiyon ve komplikasyon riski taşır.
Üstelik meme dokusunda en yaygın rastlanan lezyonların yalnızca %25’i kansere dönüşür. Bağırsak poliplerinin ise yalnızca %5–10’u kansere dönüşür. Londra’daki bilim insanları, bazı akciğer lezyonlarının zamanla kendiliğinden gerilediğini bile buldu. Yine de, bu lezyonların hangilerinin kötüleşeceğini kesin olarak bilemediğimiz için hepsi tedavi edilir—ve bu da gereksiz cerrahi, kemoterapi ve radyoterapiye neden olur.
Daha Akıllı Tarama ve Risk Belirleme
Çözüm: Daha ucuz ve daha az invaziv tarama yöntemleri. Şu anda nefes, kan ve idrar testleri gibi yöntemler geliştiriliyor. Ancak kimlerin yüksek riskli olduğunu daha doğru belirlemek, bu kişilere odaklanmak daha da etkili olabilir.
Bu konuda iki temel ilerleme var:
- Genetik yatkınlıkların belirlenmesi
- İnsanların %5–10’unda genetik nedenli kanser riski var.
- Örneğin her 200 kişiden biri, kanseri baskılayan BRCA1/2 genlerinde mutasyon taşıyor → bu kadınlarda %60–80 oranında meme/over kanseri riski. Lynch sendromu taşıyan kişilerde ise kalın bağırsak, rahim ve diğer kanserlerin riski %40–80.Kan, doku ve yaşam tarzı verilerinden biyobelirteçler geliştirmek EPIC gibi büyük tıbbi çalışmalarda, yıllardır izlenen bireylerin kan örnekleri biriktirildi. Bu örneklerden bazı proteinlerin (örneğin IGF – insülin benzeri büyüme faktörü) yüksek olduğu bireylerin, meme ve bağırsak kanseri riskinin yüksek olduğu gözlendi.
Yeni Nesil Kanser Risk Hesaplayıcıları
Bu bulgular artık genetik testler, kan analizleri, beslenme ve egzersiz verileri ile birleştirilerek “çok modelli” kanser risk hesaplayıcıları geliştiriliyor. Son 5 yılda bu sistemler klinik kullanıma girdi. Doktorlar bu araçlarla örneğin:
- Kimlere erken yaşta mamografi yapılmalı
- Kimler kanser önleyici ilaç almalı gibi kararlara daha isabetli karar veriyor.
Teknolojiyle Desteklenen Yeni Araçlar
- Günümüzde bir kan örneğinden binlerce protein analiz edilebiliyor.
- Yapay zekâ, mamogramlarda veya tüm vücut taramalarında ince desenleri saptayarak risk tahminini iyileştirebilir.
- Tek hücreli transkriptomik gibi yeni teknolojiler, genlerin hücresel düzeyde nasıl çalıştığını analiz ediyor ve kanserle ilişkili hücresel etkileşimleri açığa çıkarıyor.
Örneğin Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Walid Khaled, BRCA mutasyonu taşıyan sağlıklı kadınlarda bile, bağışıklık hücrelerinin tıpkı ileri evre kanser hastalarındakiler gibi etkisiz olduğunu keşfetti. Hedef: bu hücreleri yeniden etkinleştirecek tedaviler geliştirmek.
Tedaviden Daha İyisi: Önleme
Washington Üniversitesi Kanser Aşı Enstitüsü’nden Nora Disis, aşıların son on yılda “olağanüstü hızlı” bir ilerleme kaydettiğini söylüyor.
“Artık kanseri yok edebilmek için ne tür bir bağışıklık yanıtına ihtiyacımız olduğunu çok daha iyi biliyoruz,” diyor.
Beş yıl önce, Dr. Disis’in enstitüsü neredeyse yalnızca ileri evre kanserler için tedavi amaçlı aşılara odaklanmıştı. Şimdi ise kurumun çalışmalarının yaklaşık yarısı önleyici aşılar üzerine yürütülüyor.
ABD ve Avrupa’daki çeşitli araştırma grupları ve biyoteknoloji şirketleri, meme, bağırsak ve diğer bazı kanser türleri için yüksek risk grubundaki bireyler (BRCA gen mutasyonları taşıyanlar, Lynch sendromu olanlar veya kanser öncesi lezyonları bulunanlar gibi) üzerinde önleyici enjeksiyonları test ediyor. Bu aşılar henüz erken deneme aşamasında. Polip ya da lezyonların tekrarlama oranını azaltıp azaltmadıklarına dair ilk sonuçların 3–5 yıl içinde gelmesi bekleniyor.
Pittsburgh Üniversitesi’nden Olivera Finn, geçmişte bu tür enjeksiyonların bağışıklık sistemini sağlıklı hücrelere saldırmaya teşvik edebileceği endişesi olduğunu hatırlatıyor. Ancak ileri evre kanser hastalarında yapılan deneyimler, bu korkuların yersiz olduğunu gösterdi. Bağışıklık sistemi, meğerse yalnızca kanserli hücreleri hedef almakta oldukça başarılı.
Genelden Özele Değil, Genişe Uygun Aşılar
Kişiye özel terapötik kanser aşılarının aksine—ki bunlar genellikle hastaya özgü mutasyonlara göre uyarlanır—önleyici aşılar çok daha geniş hasta gruplarında işe yarayacak şekilde tasarlanıyor.
Londra’daki University College’da yürütülen büyük ölçekli bir klinik çalışmada, sigara içenlerin akciğer hücrelerinde, kanser oluşmadan yıllar önce kansere özgü genetik değişimlerin geliştiği bulundu. Oxford Üniversitesi araştırmacıları, bu değişimleri hedefleyen bir aşı geliştirdi. Aşının gelecek yıl klinik denemelere başlaması bekleniyor.
İsviçre merkezli biyoteknoloji şirketi Nouscom tarafından geliştirilen bir diğer önleyici aşı, geliştiricilerin deyimiyle “kaba kuvvet” yaklaşımını benimsiyor: Bu enjeksiyon, sadece kanserli ve ön-kanserli dokularda bulunan ancak sağlıklı dokularda bulunmayan 209 farklı moleküler parçacığı hedefliyor. Nisan ayında bildirilen ilk klinik deneme sonuçları, aşının—en azından laboratuvar ortamında (Petri kabında)—bağışıklık sistemini etkili biçimde kansere yönlendirdiğini gösterdi.
Bağırsak Kanserine Karşı Aşı da Deneme Aşamasında
Bağırsak kanserine karşı da bir aşı klinik deney sürecinde.2023 yılında Dr. Finn’in araştırma grubu, MUC1 adlı bir proteini hedefleyen bir aşının ilk sonuçlarını yayımladı. Bu protein, tüm kanser türlerinin %80’inde bulunuyor. Aşı, sadece kolon poliplerine sahip belirli bir alt grupta bağışıklık tepkisi oluşturdu, ancak bu grup içinde poliplerin tekrarlama oranı bir yıl içinde %38 azaldı.

Büyük klinik çalışmalardan elde edilen detaylı veri düzeyi, belirli kanser türlerinin belirli topluluklarda önlenmesine yardımcı olabilecek ilaçların tanımlanmasını da hızlandırıyor. Örneğin araştırmacılar, kalp krizi riskini azaltmak için aspirin kullananların veya diyabet tedavisinde metformin alanların daha düşük kanser oranlarına sahip olduğunu gözlemledi. Klinik denemeler, meme kanseri tedavisinde kullanılan anastrozol adlı ilacın, bazı menopoz sonrası kadınlarda bu hastalığın ilk başta gelişme riskini yarı yarıya azalttığını gösterdi. Bu da Britanya’nın ilaç düzenleyici kurumunun, 2023 yılında ilacı önleyici tedavi amacıyla onaylamasına yol açtı.
Şu anda araştırmalar, bu tür ilaçların yan etkilerini azaltacak şekilde uygulanıp uygulanamayacağını inceliyor—örneğin aralıklı dozlama, ya da sadece ilgili dokuya yönelik lokal enjeksiyon veya topikal uygulama gibi yöntemlerle. Ayrıca, diyabet tedavisi için geliştirilen ancak çok çeşitli faydaları nedeniyle “mucize ilaç” olarak görülen GLP-1 reseptör agonistleri (örneğin Ozempic) gibi ilaçların, bazı kanser türlerinin önlenmesinde de etkili olabileceğine dair umutlar var.
Bazı bu tür tedaviler yalnızca nispeten dar hasta gruplarına fayda sağlıyor. Örneğin 2023’te araştırmacılar, metforminin meme kanserinin belirli bir türüyle tedavi gören kadınlarda—ki bu tüm vakaların yaklaşık %20’sini oluşturuyor—kanserin tekrarını azaltabildiğini, ancak diğer türlerde aynı etkiyi göstermediğini buldu.
Harvard Üniversitesi’nden Andrew Chan, bu tür sonuçların, yani belirli hasta alt gruplarında işe yarayan önleyici terapilerin, artık yeni norm haline gelmeye başladığını söylüyor:
“Gelecekte her hastaya uyan tek bir çözüm bulmamız pek olası değil.”
Karmaşık Ama Aşılmaz Değil
Kanserin şaşırtıcı çeşitliliği, tedavi geliştirmeyi zorlaştırıyor. Gelişmesi 15 yıl sürebilen bir hastalık için aşı geliştirmek ya da önleyici ilaçları test etmek, doğası gereği zaman alan bir süreç. Bu engeller, kanserle mücadelede neden çarpıcı atılımlardan çok, küçük ama sürekli ilerlemelerin görüldüğünü açıklıyor.
Sigaranın azaltılması ya da gıda hijyeninin iyileştirilmesi gibi geniş kapsamlı halk sağlığı önlemlerinin faydaları, en azından zengin ülkelerde, artık büyük ölçüde elde edildi. Gelecekteki önleyici tedavilerin, hasta alt gruplarıyla farklı tedavi kombinasyonlarını eşleştirerek geliştirilecek olması, kaçınılmaz olarak bol miktarda deneme–yanılma süreci gerektirecek.
Ancak bilim insanları, risk altındaki insan havuzunu giderek daraltıyor ve onlara özel tedaviler geliştiriyor. Üstelik bu süreç sürekli ve açık uçlu olduğundan, önümüzdeki on yıllarda da fayda üretmeye devam edecek.
Kanser, 30 yıl öncesine kıyasla zaten çok daha az ölümcül bir hastalık haline geldi.
Ve büyük olasılıkla, 30 yıl sonra bugün olduğundan çok daha az ölümcül olacak.