BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Buraya Tatil İçin Gelmemiştim”: Britanya, Kavurucu Yaz Gerçeğini Hâlâ Kabullenemiyor
Londra Victoria’dan sabah 9.10 treniyle Whitstable’a inmek, sanki Kent’teki eski bir istiridye limanına değil de, Ryanair’le Alicante’ye varmak gibiydi. Öğlene doğru sıcaklık 30°C’ye yaklaşıyordu. Yüzüne çarpan sıcak hava dalgasıyla afallayan yaşlı bir kadın iç geçirdi: “Bu hiç Britanyalıca değil.”
Ancak bu ifade giderek daha az doğru. Güney İngiltere’de 30 dereceyi bulan yaz günleri artık sıradan. 2022’de ilk kez 40°C görüldü. İngiliz Meteoroloji Kurumu’na göre bazı senaryolarda 45°C bile mümkün. İngiltere her yaz daha da ısınıyor. Ve ülke, hâlâ soğuk bir yer gibi davranmakta ısrar ederek her yaz aynı komediyi sahneliyor.
İngilizlerin yaz mevsimine dair imgeleri hâlâ geçmişin serin, yağmurlu günlerine takılı kalmış durumda. Onlara göre yaz; sabırla, sessizce yağmur altında geçirilen bir mevsim. Örneğin 25 Haziran’da başlayan ünlü Glastonbury Festivali hâlâ çamur deryası olarak anılıyor. Oysa artık çamurdan çok güneş çarpması riski konuşulmalı. Wimbledon Tenis Turnuvası da yıllarca “yağmurla bölünen maçlar” temasıyla anıldı. Bugünse 30.1°C’ye ulaşıldığında oyuncular için zorunlu mola verilmesi gerekiyor.
Britanya’nın soğuk ülke fantezisi, tuhaf politikalara neden oluyor. Örneğin sıcaktan korunmak çoğu zaman yasa dışı. Katı yapı planları mağazaların tente takmasını zorlaştırıyor. Yeni yapılan konutlarda klima kurulması da yönetmeliklerle engelleniyor. Sonuç? İyi yalıtılmış 600.000 sterlinlik dairelerin camından dışarıya rastgele uzatılmış plastik klima boruları… Bazı medya organları –özellikle Guardian’daki vicdan azabı yazarları– klimayı hâlâ “lüks” olarak gösteriyor. Bu, İngiliz istisnacılığının yeni bir türü: Diğer sıcak ülkeler hayatta kalmak için klima kullanıyor ama Britanya, bu konuda “özel” olmalıymış gibi davranıyor.
Klima karşıtlığı yalnızca medyada değil, devlette de kök salmış durumda. Örneğin hükümet, gazla çalışan kombisini elektrikli ısı pompasıyla değiştirenlere 7.500 sterlin teşvik veriyor—ama yalnızca bu cihaz sadece ısıtma yapıyorsa. Hem ısıtan hem serinleten sistemler ise bu teşvike dahil değil. Muhafazakâr, neredeyse puritan bir düşünce yapısı, Britanya siyasetinde hâlâ etkin. Üstelik yalnızca gerçek dışı komplolar değil; en sıradan olanlar da gerçek: Devlet, yaz geceleri sizi sıcak tutmak istiyor.
Yaz gerçeğini inkâr etmek, ciddi sorunları da saçma şekillerde ele almaya neden oluyor. Örneğin güneydoğu İngiltere artık düzenli olarak kuraklık yaşıyor. Ancak su politikaları, çoğunlukla kanalizasyon politikasıyla sınırlı kalıyor. Son yıllarda artan “vahşi yüzücüler” (doğal su kaynaklarında yüzmeyi tercih edenler), yağmur sonrası yaşanan atık su taşkınlarından şikâyetçi. 2020’den beri İngiliz Parlamentosu’nda “kanalizasyon” 2.000’den fazla kez konuşulmuşken, “su güvenliği” sadece 41 kez gündeme gelmiş. İlginçtir ki, halk iklim değişikliğinden en çok hayvanların acı çekmesini önemsiyor. “İngilizler bir şey demese de, ya o deli köpekler?” diye soruyor anketler.
Sıcağın inkârı, iş yapış biçimlerine de yansıyor. Fransa’da yaz sıcağı gelince halk, nemli şehirleri terk eder ve tüm ülke Ağustos boyunca kapanır. Britanyalılar ise yerlerinde kalıp, üretkenlikten uzak otomatik e-postalarla yazı geçirmeye çalışır. Oysa uzun ve sıcak yazlardan keyif alınsa, iç turizm için büyük bir fırsat doğabilir. Avrupa’ya gitmeye gerek kalmaz; çünkü eski Avrupa iklimi artık burada.
Ama ne yazık ki Britanya’da yalnızca sıcaklıkla başa çıkmak değil, onun nimetlerinden faydalanmak da yasak gibi. Yerel yönetimler turist vergisi koyamıyor. Artan sıcaklıkla birlikte İngiliz şarapçılığı canlansa da, bağların kendi arazilerinde genişlemesi bile çoğu zaman yasak. Katı yapı düzenlemeleri, Whitstable gibi sahil kasabalarının “Kent’in Costa’sı”na dönüşmesini engelliyor. Belediyeler, vergi gelirinin çok azını yerel olarak tutabildikleri için yatırım yapmaya da hevesli değiller. Sonuç: Az sayıda konaklama tesisi, yerli turizmi pahalı hale getiriyor. Whitstable’da bir gece balıkçı kulübesinde kalmanın bedeli 375 sterline kadar çıkabiliyor. Konut krizi sık konuşuluyor ama otel krizi pek gündeme gelmiyor.
Yazın daha yaşanabilir hale gelmesi büyük ölçüde belediyelere düşecek. Ancak onlar da ne gölge veren ağaçlı yollar yapmak ne de estetik tentelerle sokakları serinletmek için yeterli kaynağa sahip. Britanya’da NHS’ten altyapıya kadar birçok problem, zayıf ve yetersiz finanse edilen yerel yönetimlere dayanıyor. Isınan yazlar da bu zincirin bir parçası.
Nozullu Britanya
İngiltere’de siyasetin her cephesi, yaz gerçeğini inkâr etmeye meyilli. Sağcılar, nostaljiye kapılıyor. 1976’daki sıcak dalgası gibi örnekleri “bir kerelik çılgınlıklar” olarak hatırlıyorlar. Oysa artık bu uzun, sıcak yazlar olağan. Solcular ise iklim değişikliğinin bazı olumlu etkiler getirebileceği fikrini kabul etmekte zorlanıyor. Oysa ağaçlarla çevrili yollar, serin evler ve uzun yaz tatilleri, doğru politikalarla mümkün olabilir. Ancak bu, “acı çekmeden kurtuluş olmaz” anlayışıyla çelişiyor.
Gerçeklik elbet yerini bulacak. Ama o zamana kadar, Kent sahilinde klasik sahneleri görmeye devam edeceğiz. Güneşin hâlâ “istisna” olduğunu sanan İngilizler, onun tadını çıkarmaya çalışırken perişan oluyor. Whitstable sahilinde, istiridye kabukları arasında yürüyen, omuzları güneş yanığıyla kıpkırmızı olmuş bir tatilcinin dediği gibi:
“Bu güneşle işim bitti.”
Ama güneşin Britanya ile işi henüz bitmedi. ■