BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
AB hukukunun uygulanması artık bir düşünceden ibaret…
Kural takıntılı bir kıta olan Avrupa, düzenleme yapma konusunda şaşırtıcı şekilde kötü
Kendine özgü mazoşist bir düzenleme tutkusu olan Avrupa, bu alanda ironik bir biçimde oldukça başarısız. Avrupa Birliği bürokrasisinden her yıl 2.500’den fazla yeni hukuki düzenleme çıkıyor—bu da her iş günü başına saatte bir düzenleme demek. Yaz ayları bir miktar ferahlık sunsa da pek fark etmiyor. Bu düzenleme yağmurunun ekonomik büyümeyi sekteye uğrattığına dair geç kalınmış bir farkındalık, son dönemde kabul edilmiş bazı AB kurallarının henüz yürürlüğe girmeden geri çekilmesine yol açtı—yeni bürokratik yüklerin altında ezilmekten korkan şirketlerinse yüzünü güldürdü.
Ancak hâlihazırda yürürlükte olan kurallar bile ciddi sorunlara yol açıyor. AB üyesi 27 ülkenin hükümetleri, bizzat katkı sağladıkları bu kurallara uymaya gönülsüz. Brüksel’deki Avrupa Komisyonu’nun bu kurallara uyulmasını sağlaması gerekiyor. Ne yazık ki komisyon bu görevinden neredeyse tamamen vazgeçmiş durumda—hukuksuzlukla mücadele etmektense kestirip uyuyan bir polis gibi. Bu da birliğin kalbindeki ortak pazarın verimsiz çalışmasına yol açıyor.
AB kurallarına karşı gelme örnekleri büyük küçük birçok alanda karşımıza çıkıyor. Mesela, Avrupa anlaşmalarında üye ülkelerin kamu borçlarının GSYİH’nın %60’ının altında tutulması gerektiği yazıyor. Ama kimse bu kuralı hatırlamıyor gibi. Zamanında euro’nun düzgün işlemesi için hayati sayılan bu “istikrar ve büyüme paktı” artık çoğunlukla ihlal ediliyor. AB ekonomisinin dörtte üçünü temsil eden ülkelerin yarısı bu kurala uymuyor. Örneğin Fransa, 1999’da kural kabul edildiğinde %60 sınırına uyuyordu; bugün kamu borcu %114 düzeyinde ve büyük bütçe açıklarıyla bu oran artmaya devam ediyor. Avrupa Komisyonu, bu savurganlığı cezasız bırakmak için yaratıcı yollar buldu. 2016’da, Fransa’nın bir başka kural ihlali neden tolere ediliyor diye sorulduğunda dönemin Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker, sadece “Çünkü bu Fransa,” demişti.
Diğer kurallar da benzer ciddiyetsizlikle ihlal ediliyor. AB ülkelerine yasa dışı göçmenlerin birçok ülkede iltica başvurusu yapmasını önlemek için ilk giriş yapılan ülkenin bu başvuruları işleme alması gerekiyor. Ancak bu sistem yıllardır işlemiyor. Almanya, 2023’te diğer AB ülkelerine 75.000 iltica başvurucusunun geri alınması talebinde bulundu ama sadece 5.000 civarında kişi kabul edildi. Çünkü örneğin Yunanistan gibi ülkeler bu kişileri geri almak istemiyor ve bunun cezasız kalacağını biliyor. Brüksel’in tepkisi mi? Kulakları sağır eden bir omuz silkişi.
Oysa kuralların en yoğun şekilde üretildiği alan tek pazardır. Teorik olarak bu pazar, malların, hizmetlerin, iş gücünün ve sermayenin serbest dolaşımını sağlamalı. Pratikte ise işler hiç öyle yürümüyor. Ulusal hükümetler, AB yasalarını kendi iç hukuklarına eksik veya keyfi biçimde aktarıyor; uygulamada da her ülke farklı davranıyor. Örneğin, İspanya’da üretilen bir boya kutusunun Fransa’da da aynı şekilde satılabilmesi gerekirken, her ülkenin geri dönüşüm etiketi konusunda farklı kuralları olması nedeniyle ayrı ambalaj üretmek gerekebiliyor. Avrupa Endüstri Yuvarlak Masası’nın derlediği, sınır ötesi bu tür pürüzlerin yer aldığı liste 290 sayfalık bir “saf hayal kırıklığı” belgesi.
Bu tür ihlallerle mücadele etmek Avrupa Komisyonu’nun görevi. Kendini AB anlaşmalarının “koruyucusu” olarak tanıtıyor—Marvel evreninde yardımcı bir süper kahraman gibi. İhlal eden ülkeleri kamuoyuna teşhir edebilir, AB mahkemelerine başvurarak para cezası verilmesini sağlayabilir. 20 yıl önce yılda birkaç bin ihlal davası açan komisyon, bugün yılda sadece birkaç yüz davayla yetiniyor ve bu sayı azalmaya devam ediyor. 2011’den bu yana tek pazar kurallarının uygulanmasında %75 oranında düşüş yaşandı.
Peki, ne oldu? Bu düşüşün nedeni daha az ihlal olması değil. Komisyon artık “kötü polis” rolünü üstlenmek istemiyor. Eskiden korkusuzca AB kurallarını uygulayan teknokrat bir kurum olan komisyon, Juncker döneminden bu yana kendini “siyasi komisyon” olarak yeniden konumlandırdı (şimdiki başkan Ursula von der Leyen ise bu yapıya “jeopolitik komisyon” diyor). Kural ihlali davası açmak, üye devletleri rahatsız ediyor; bu devletler AB kurumlarına ne kadar yetki devredeceklerine karar verenler olduklarından, komisyon siyasi dengeyi gözetiyor. Akademisyenler R. Daniel Kelemen ve Tommaso Pavone’un analizine göre, mevcut kuralların uygulanmasında gösterilen hoşgörü, ulusal hükümetlerin gönlünü kazanmak ve komisyonun daha fazla yasa teklif etmesini sağlamak için bilinçli bir strateji.
Yasaları uygulamamak bir politika hâline geldi.
Komisyon yetkilileri kural uygulamanın hâlâ öncelik olduğunu, ancak bunun perde arkasında yapıldığını söylüyor. Tek pazarı tamamlamaya yönelik yakın tarihli bir plan, kurallara uymayan devletlere karşı “proaktif ve hızlı yasal adımlar” vaat ediyordu.
Ama ortadaki gerçek açık: Umursamazlık hâkim. Yunanistan gibi ülkelerin göçmen kurallarını çiğnemesine göz yumulması, Almanya dahil birçok ülkenin AB içi sınır kontrollerini yeniden getirmesine yol açtı. Kontrolsüz mali disiplinsizlik, 2009’da başlayan Euro krizi için de tetikleyici olmuştu. Ve en can sıkıcısı: Avrupa ekonomisinin durgun seyrettiği bir dönemde tek pazar doğru düzgün işlemiyor. IMF’ye göre, AB içi hizmet ticaretinde karşılaşılan idari engeller, %110 gümrük tarifesine eşdeğer. AB ülkeleri arasındaki ticaret hacmi, Amerikan eyaletleri arasındaki ticaretin sadece yarısı kadar.
Ekonomist ve eski Avrupa Parlamentosu üyesi Luis Garicano’nun dediği gibi:
“Tek pazarın işlemesi için, üye ülkelerin Avrupa Komisyonu’nun enselerinde olduğunu hissetmeleri gerekir.”
Ama önce komisyonun uyanması gerek. ■