BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Dünya, Donald Trump’tan bağımsız bir küresel sağlık politikası oluşturmaya çalışıyor
20 Mayıs’ta Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Pandemi Anlaşması’nın kabul edilmesi, salonda içten bir alkışla karşılandı. Bu anlaşma, gelecekte ortaya çıkabilecek pandemilerde hükümetleri daha sorumlu ve daha az bencil davranmaya teşvik eden bir taahhüt metni niteliğinde. Alkışlarda kuşkusuz bir rahatlama hissi de vardı. Üç yıl süren hararetli tartışmaların ardından, 130’dan fazla ülkenin sağlık bakanları ve yetkililerinden oluşan ezici çoğunluk metni onayladı—ancak Amerika hariç. Zira Amerika, DSÖ’den ayrılıyor ve anlaşmayı boykot ediyor.
Bu alkış, anlaşmayı destekleyenler için umut vericiydi. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, hükümetleri “halk sağlığı, bilim ve çok taraflılık için bir zafer” dolayısıyla tebrik etti. Ancak anlaşmanın muhalifleri—Trump yönetimi, Avrupa’daki ve başka yerlerdeki popülist siyasetçiler—bu alkışı tehlikeli olarak nitelendirebilir. Trump’ın ilk görev gününde imzaladığı bir başkanlık emri, Amerika’nın DSÖ’den ve yeni pandemi anlaşmasına yönelik müzakerelerden çekildiğini duyurdu. Ayrıca Amerika’nın, 2024’te kabul edilen ve hükümetlere virüs gözetimi ve raporlama yükümlülüklerini sıkılaştıran uluslararası sağlık düzenlemeleri değişikliklerine uymayacağı belirtildi. Oysa bu değişiklikler, Biden yönetimi dönemindeki Amerikan müzakerecilerinin talebiyle gündeme gelmişti. Trump ise DSÖ’yü, covid-19 pandemisini Çin’in etkisi altında kötü yönetmekle ve Amerika’dan çok fazla para istemekle suçluyor.
Pandemi anlaşması, çeşitli ülkelerde ucu açık ve abartılı iddialara neden oldu. 2024’te, ABD başkanlığı için yarışan uç bir aday, pandemi anlaşmasını “Davos’taki milyarderler kulübünün emrindeki uluslararası bürokratların bir güç gaspı” olarak tanımlayarak, Amerikalıların anayasal haklarının çiğneneceğini öne sürdü. Ne yazık ki, o dönem marjinal görülen bu aday—Robert F. Kennedy Junior—şimdi Trump’ın sağlık bakanı. Britanya’da sağcı siyasi lider Nigel Farage, pandemi anlaşmasının DSÖ’ye ulusal hükümetleri bypass ederek karantina uygulama yetkisi vereceğini öne sürdü—bu iddia asılsız. Anlaşma, açıkça, ulusal hükümetlerin egemen yetkilerini teyit ediyor.
Cenevre’deki alkışlar saflık mıydı? Görüşmeler defalarca çökme noktasına geldi; covid-19 sırasında verilen cesur sözler, yüksek ve düşük gelirli ülkeler arasındaki eski ayrımlara tosladı. Dahası, anlaşmanın merkezindeki siyasi, bilimsel ve ticari pazarlığın—Patojen Erişimi ve Faydaların Paylaşımı Sistemi (PABS)—ayrıntılarının şekillendirilmesi için hâlâ bir-iki yıl sürecek zorlu müzakereler gerekiyor. Bu sistem, bir yanda yeni virüslerin ortaya çıktığı gelişmekte olan ülkelerle, diğer yanda ileri düzey aşılar ve tedaviler geliştiren zengin ülkelerin çıkarlarını dengeleyecek bir yapıyı hedefliyor.
Başarı garanti değil. PABS’in hayat kurtarabilmesi için, bazı yoksul veya kaynak sıkıntısı çeken hükümetlerin, evcil ve vahşi hayvanlarla iç içe yaşanan kırsal bölgelerdeki gözetim sistemlerini güçlendirmesi gerekiyor. Bu ülkeler, endişe verici bulguları hızla bildirmeli ve patojen örneklerini yabancı bilim insanlarıyla paylaşmalı—seyahat yasaklarına ve ticaret ile turizmin durma riskine rağmen. Karşılığında, bu patojenlere hızlı ve ücretsiz erişim sağlayacak olan güçlü hükümetler ve ilaç şirketleri, geliştirdikleri aşı, tedavi ve tanı testlerinin %20’sini gerçek zamanlı olarak DSÖ’ye vermeyi taahhüt etmeli.
Eşitsizlik siyaseti, süreci neredeyse raydan çıkardı. Küresel güneyden gelen delegeler, zengin ülkeleri; kendi nüfuslarından alınan patojenleri kullanarak hayat kurtaran tedaviler geliştirip, bu ürünleri yalnızca zengin müşteriler için saklamakla suçladı. Bazı gelişmekte olan ülkeler, genetik veriler karşılığında nakit ödeme talep etti; tıpkı ülkelerin genetik mirasından kâr eden şirketlerden ücret talep etmesine imkân tanıyan Nagoya Protokolü örneğinde olduğu gibi. Oysa PABS’in kabulü, pandemiye neden olan patojenlerin paylaşımını kamu yararı haline getirecek ve Nagoya benzeri ödemelerin önüne geçecek.
Bazı yükselen ekonomiler—özellikle büyüyen ilaç sektörüne sahip olanlar—pandemiler sırasında fikri mülkiyet (IP) haklarının zayıflatılmasını veya askıya alınmasını ve teknoloji transferi talep etti. Böylece Afrikalı ve Asyalı ülkeler kendi aşılarını üretebilecekti. Ancak Avrupalı hükümetler, IP savunusunu “kırmızı çizgi” ilan etti: Şirketlerin araştırma masraflarını karşılayabilmesi gerektiğini, aksi takdirde inovasyonun zarar göreceğini savundular. Zengin ülkelerin ilaç firmaları ise gelişmiş aşı üretiminin uzun vadede değerli bir hedef olduğunu ancak kısa vadede, hükümetlerle patojen erişimi konusunda ücret pazarlığı yapılmasının hayati tedavileri geciktireceğini söyledi. Örneğin 2016’daki Latin Amerika Zika virüsü salgınında yaşananlar buna örnek gösterildi.
Bazen başarısızlıktan kaçınmak en büyük başarıdır
Bir uzman, Çin’in Cenevre’deki kutuplaşmış tartışmalardan “oldukça memnun” olduğunu söylüyor. “Fikri mülkiyetin zayıflatılmasıyla ilgilenmiyorlardı, çünkü zaten çok fazla IP’ye sahipler. Ama kuzey-güney çekişmesini izlemek hoşlarına gidiyordu.”
Georgetown Üniversitesi’nden küresel sağlık hukuku profesörü Lawrence Gostin’e göre ise bu anlaşmayı Trump kurtardı: Hükümetler, Amerika’nın yokluğunda çok taraflı düzeni kurtarmak için uzlaşmaya gitti.
Pasifik’teki ada devleti Fiji’nin Hastalık Kontrol Merkezi Başkanı Aalisha Sahukhan, Cenevre görüşmelerinde ülkesini temsil etti. Sahukhan, hükümetlerin bu anlaşmaya sadık kalacağına dair bir garanti olmadığını kabul ediyor. Ancak sadece ortak ilkeler üzerinde uzlaşmak bile küçük ülkeler için güven verici. “Bir standart belirlendi: Davranış biçimimiz bu olmalı.”
Elbette daha pek çok şey ters gidebilir. Ama en azından, çıkar odaklı akılcılık bir sınamadan geçti ve ayakta kaldı. Bu bile bir alkışı hak ediyor.
Kaynak: The Economist