ABD-Çin Ticaret Ateşkesi: Trump’ın Londra Hamlesi ve Küresel Piyasalar Üzerindeki Etkileri
Başkan Donald Trump’ın üç üst düzey danışmanı, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında aylardır süren ticaret gerilimini yatıştırmak amacıyla Çinli mevkidaşlarıyla Londra’da görüşmeye hazırlanıyor. Bu kritik temas, Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Jinping arasındaki nadir liderler düzeyindeki telefon görüşmesinden yalnızca bir gün sonra planlandı ve küresel piyasalar için yeni bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.
Trump, Truth Social platformunda yaptığı açıklamada, Londra’daki görüşmelerde Washington’ı ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’in temsil edeceğini bildirdi. Çin tarafının ise henüz resmi olarak kim tarafından temsil edileceği açıklanmadı. Washington’daki Çin büyükelçiliği ve Beyaz Saray, gazetecilerin yorum taleplerine yanıt vermedi.
Trump, sosyal medya paylaşımında “Toplantı çok iyi geçecek” ifadelerini kullanarak beklentileri yükseltirken, ABD’nin ticaret politikasında belirsizlik sürüyor. Ocak ayında Beyaz Saray’a dönüşüyle birlikte Trump, ABD’nin ticaret ortaklarına yönelik birçok cezalandırıcı tarife tehdidinde bulunmuş, ancak çoğunu son anda geri çekerek piyasalarda dalgalanmalara yol açmıştı.
Hatırlanacağı üzere, iki ülke 12 Mayıs’ta Cenevre’de imzalanan 90 günlük bir geçici anlaşma ile karşılıklı olarak uyguladıkları üç haneli gümrük vergilerinin bir kısmını askıya almıştı. Bu ön anlaşma, S&P 500 endeksinde sert bir yükseliş dalgası başlatmış, endeksin Şubat ortasındaki rekor seviyesine yalnızca %2 kadar yaklaşmasına katkıda bulunmuştu. Özellikle, Trump’ın ithalata getirdiği kapsamlı “Kurtuluş Günü Tarifeleri” nedeniyle Nisan başında endeks yaklaşık %18 gerilemişti. Uzmanlar, Cenevre’deki bu ateşkesin piyasalardaki rahatlama rallisini tetiklediğini ve yatırımcı güvenini kısmen onardığını vurguluyor.
Ancak uzmanlar, geçici anlaşmanın yalnızca gümrük tarifelerine odaklandığını ve yasadışı fentanil ticaretinden Tayvan’ın demokratik statüsüne, ABD’nin Çin’in devlet kontrollü ihracata dayalı büyüme modeline yönelik şikayetlerine kadar daha kapsamlı meseleleri çözmediğini belirtiyor. Washington’un Pekin üzerindeki temel şikayetlerinden biri, Çin’in nadir toprak mineralleri ihracatını bir tür ekonomik silah olarak kullanması. Özellikle elektrikli araçlardan yarı iletkenlere kadar kritik öneme sahip bu minerallerde küresel arzın büyük kısmı Çin’in kontrolünde. Pekin’in ihracatı durdurması halinde, ABD’deki şirketler için ciddi tedarik darboğazları oluşabilir ve bu da Başkan Trump üzerinde iç siyasi baskıyı artırabilir.
Öte yandan ABD tarafında da Çin’e yönelik stratejik kısıtlamalar gündemde. Pekin’in ABD’den ithal ettiği yarı iletken üretimi için gerekli çip tasarım yazılımları ve nükleer santral parçaları gibi yüksek teknoloji ürünlerine yönelik ihracat kısıtlamaları, Çin’in teknoloji tedarik zincirini sekteye uğratma potansiyeli taşıyor.
Bu kapsamda, Trump ile Xi Jinping’in lider düzeyinde karşılıklı ziyaret konusunda mutabık kalması ve kurmaylarına “görüşmeleri hızlandırın” talimatı vermesi, iki ülkenin hem küresel yatırımcı hem de jeopolitik dengeler üzerindeki baskıları hafifletme arayışında olduğuna işaret ediyor. Ancak uzmanlar, Trump’ın ticaret politikasında bir ileri bir geri adımlar atarak dünya liderlerini ve iş dünyasını tedirgin eden tutumunun kalıcı bir çözüm için hala belirsizlik yarattığını dile getiriyor.
ABD’nin Çin’i, yalnızca en büyük ticaret ortağı değil, aynı zamanda ekonomik ve askeri alanda küresel düzende ABD’ye meydan okuyabilecek tek rakip olarak tanımlaması, Londra’daki toplantının jeopolitik önemini daha da artırıyor. Kritik mineraller üzerindeki baskı, Tayvan ve teknoloji rekabeti gibi alanlarda kalıcı çözümlere ulaşılması için ise yalnızca geçici ateşkes değil, kapsamlı ve stratejik bir uzlaşıya ihtiyaç olduğu aşikar.
Sonuç olarak, Londra’daki görüşmenin sonucunun piyasalar ve küresel ticaret için yol gösterici olup olmayacağı henüz net değil. Ancak ABD’nin ithalat tarifeleri ve Çin’in nadir toprak mineralleri ihracatı üzerindeki karşılıklı baskıları, iki ülke ekonomisini ve küresel tedarik zincirlerini tehdit eden en önemli risk başlıkları olarak öne çıkıyor.