

Öne çıkan birkaç nokta:
Bloomberg verilerine göre, ABD’nin dış borçlanmasında dengeler hızla değişiyor. Ocak 2020’de 7,027 trilyon $ olan yabancıların elindeki tahvil stoku, Temmuz 2025’te 9,158 trilyon $’a ulaştı. Yani beş buçuk yılda 2,13 trilyon $’lık net artış yaşandı. Ancak asıl dikkat çeken, bu artışın kimlerin portföyünde gerçekleştiği.
Birleşik Krallık, ABD borcunda en agresif alıcı oldu. 2020’de 450 milyar $ seviyesindeyken 2025’te 899 milyar $’a ulaştı; neredeyse iki katlık artışla Japonya ve Çin dışındaki en büyük alıcı haline geldi. Fransa ise daha da çarpıcı bir tablo sundu: 134 milyar $’dan 392 milyar $’a çıkarak üç katına yaklaştı. Kanada ve Belçika da benzer şekilde güçlü alımlarla öne çıktı; Kanada 381 milyar $, Belçika ise 428 milyar $ portföye ulaştı.
Grafikte özellikle vurgulanan Çin, ABD borcundan uzaklaşan başlıca ülke. 2020’lerin başında 1 trilyon $ seviyesini zorlayan Çin’in portföyü 2025’te 730 milyar $’a indi. Bu, jeopolitik gerilimlerin finansal cephede de net biçimde hissedildiğini gösteriyor.
Buna karşılık Japonya, 1,151 trilyon $ ile en büyük yabancı alıcı pozisyonunu koruyor. Japonya’nın düşük faiz politikası ve güvenli varlık arayışı, ABD tahvillerini hâlâ Tokyo için cazip kılıyor.
Lüksemburg, Cayman Adaları, İsviçre, İrlanda gibi finans merkezleri de son beş yılda portföylerini katladı. Örneğin Lüksemburg 255 milyar $’dan 402 milyar $’a çıkarken, Cayman Adaları 255 milyar $’dan 428 milyar $’a yükseldi. BAE, İsviçre ve İrlanda’nın da ciddi artış göstermesi, küresel fonların ABD borç piyasasını likidite park alanı olarak gördüğünü teyit ediyor.
ABD tahvillerinde tablo açık: toplam stok artıyor, ancak Çin’in boşluğunu Avrupa ve finans merkezleri dolduruyor. Washington için bu durum, bir yandan Çin’in siyasi baskısından uzaklaşma avantajı sunarken, diğer yandan borç finansmanında Batı içi bağımlılığın artması anlamına geliyor.
Küresel yatırımcı dağılımındaki bu kayma, ABD’nin borç sürdürülebilirliği ve jeopolitik finansman stratejileri açısından yeni bir dönemin kapısını aralıyor.
