BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Denetim ve denge” ifadesi Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nda hiç geçmez; yine de Amerika’nın nasıl yönetildiğini anlatan bir Marslılar el kitabı olsa, bu ifade birinci sayfada yer alırdı. Bu üç kelime, ülkenin daha ünlü yazılı anayasasına eşlik eden, inançlardan, davranışlardan ve hukuki emsallerden oluşan yazılı olmayan bir anayasanın varlığına işaret eder. Üç güç arasındaki iktidar mücadelesini tarif ederler—kurucu babaların yazdığı gibi, “Hırs hırsı dengelemelidir.” Önümüzdeki hafta başlayacak olan Yüksek Mahkeme’nin yeni dönemi için asıl soru şu: yargıçların ne kadar hırsı var?
Daha derine inelim
Başkanın gündemi Yüksek Mahkeme’de büyük ölçüde güvende görünüyor—birkaç istisna dışında.
Federal hükümetiniz şu an kapalı.
Bu yüzyıl boyunca, Kongre geri çekilirken başkanlık makamı giderek daha fazla güç topladı. Yargıçlar da başkanlık otoritesindeki kademeli artışlara onay vererek yazılı olmayan anayasayı adım adım yeniden şekillendirdi. Yazılı anayasanın, bu hafta hükümeti bir kez daha kapatan partizanlık yüzünden gerektiği gibi işlemediği durumda böylesi kademeli değişiklikler muhtemelen zorunlu hale geliyor. Ancak Donald Trump bu hoşgörülü yaklaşımı kendi çıkarına kullanıyor.
Onun yönetimi, başkanlığın mutlak güç olması gerektiği teorisini, öyleymiş gibi görünmesini sağlayan bir yöntemle birleştiriyor. Bu yöntem, mahkemelerin müdahalesini beklemeden başkanlık otoritesini sonuna kadar zorlamaktan ibaret. Mahkemeler yetiştiğinde yönetim yasaya uyuyor (en azından Yüksek Mahkeme sözünü söyledikten sonra), sonra da aynı amaca ulaşmak için başka bir yol deniyor. Bu tam anlamıyla meydan okuma değil; ama eşit bir hükümet organına saygı göstermek de değil.
Mahkeme için bu bir ikilem yaratıyor. Birinci görevi yasayı tanımlamak. Ama aynı zamanda kaçınılmaz biçimde siyasi bir kurum; karar verirken siyaseti daima sessizce hesaba kattı. Bugünkü başyargıç John Roberts, mahkemenin yalnızca partizan bir kurum olarak görülmesini önleme isteğiyle, mahkemenin kaybedebileceği doğrudan bir çatışmadan kaçınma içgüdüsü arasında sıkışmış durumda. Bu iki dürtü birbiriyle gerilim içinde. Ve şu ana kadar—tesadüf, ideoloji ya da pragmatizm nedeniyle—başkanı yatıştırma isteği galip geliyor.
Bu durum en açık şekilde Trump v. United States davasında görüldü; dava, başkanlık dokunulmazlığını çoğu gözlemcinin beklediğinden daha fazla genişletti. Aynı şey “gölge dosya”da da geçerli; davaların tam kamuya açık şekilde görülmediği alan. Bu hafta mahkeme, Lisa Cook’un Trump’ın onu görevden alma hakkını görüşürken Fed’de kalabileceğine hükmetti, ama yönetim çoğu zaman gölge dosyada istediğini neredeyse hiç gerekçe göstermeden aldı. Gelecek hafta başlayacak dönem de başkanlık yetkilerini yine genişletecek gibi görünüyor.
Üç dava belirleyici olacak. Biri, uğursuz bir isim taşıyan Trump v. Slaughter, başkanın bağımsız devlet kurumlarındaki kişileri görevden alıp alamayacağıyla ilgili. Mahkemenin, Fed hariç, bu yetkiyi tanıyacağı düşünülüyor. Başkan’a bu gücü vermek, 1930’larda aşırı güçlü Roosevelt’e karşı verilen bir kararı tersine çevirmek anlamına gelir. Bir başka davada, doğumla vatandaşlık konusunda, mahkemenin başkana direnmesi olası.
Bir de şarap ve oyuncak ithalatçılarını ilgilendiren gümrük tarifesi davaları var. Serbest ticaret yanlıları için kötü haber: The Economist’in dava dilekçeleri ve önceki kararlar üzerinde eğitilmiş yapay zekâsı SCOTUS bot, bu davalarda da başkanın istediğini alacağını öngörüyor (ve botu eğiten muhabirimiz de aynı fikirde).
Dengede
Bütün bu davalar cumhuriyetin sonunu ve yerine seçilmiş bir monarşi gelmesini işaret etmiyor. Mahkemenin savunucuları, yargıçların bugün taviz vererek, gerçekten ihtiyaç duydukları anda daha sağlam durabileceklerini savunabilir. Belki. Ama mahkeme, güç peşinde koşan bir yürütme organına istediğinin çoğunu veren bir yola girmiş durumda. Eğer taviz vermeye devam ederse, bu başkanlık dönemi sonunda Amerika’nın fiilen işleyen anayasası—ülkenin nasıl yönetildiğini gerçekten belirleyen anayasa—çok farklı görünecek. ■