BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Osmanlı İmparatorluğu geri döndü ve yeni bir tâbi devleti var — en azından Donald Trump’ın Türkiye–Suriye ilişkileri hakkındaki yorumları böyle bir izlenim yaratıyor. Amerikan başkanı, geçtiğimiz yıl Beşar Esad rejimini deviren Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) isyancılarından daha önce “Türkiye’nin vekilleri” olarak söz etmişti. Ancak Trump 25 Eylül’de bir adım daha ileri gitti. Beyaz Saray’daki görüşmede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a dönerek “Tebrikler, bu senin işin” dedi ve ardından kabinesine dönüp şu sözleri sarf etti: “Suriye’yi o ele geçirdi.”
Oysa Ahmed el-Şara liderliğindeki HTŞ güçlerinin Şam’ı ele geçirmesinin üzerinden on ay geçmesine rağmen, Suriye başkentinde bir “Türk devralımı” izine pek rastlanmıyor. Türk markaları ve şirketleri neredeyse yok. Yıllardır Türk askerinin bulunduğu kuzey bölgelerinde bile Türkiye’nin etkisi giderek silikleşiyor. Askerler hâlâ orada, ancak daha önce Türkiye tarafından işletilen okullar ve hastaneler artık Suriye yönetimine devredilmiş durumda. Uzun süre Türkiye’nin kontrolünde olan, fakat yerel halka sık sık zulmeden ve yağmalamalarda bulunan Suriye Ulusal Ordusu (SNA) isimli silahlı gruplar ise artık, en azından teoride, Şam yönetimine bağlı. Bu grupların bazı üyeleri, eskiden Türkiye tarafından maaş alırken, şimdi Katar’ın sağladığı parayla merkez bütçeden ödeme alıyor.
Buna rağmen, Suriye üzerinde en fazla nüfuza sahip bölgesel güç hâlâ Türkiye. Türk istihbaratı, Suriye güvenlik güçleri içinde çok sayıda müttefike sahip. Türk ordusu Suriyeli askerleri ve polisleri eğitmeye başladı. Azerbaycan’dan gelen doğal gaz, onarılan bir boru hattı üzerinden Türkiye aracılığıyla Suriye’ye akıyor. Ticaret rekor seviyede; Türk ihracatı yılın ilk sekiz ayında 2,1 milyar dolara ulaştı. Ayrıca Erdoğan’a duyulan sempati de yaygın. Suriyeliler, kendilerini yıllarca savunan ve neredeyse 4 milyon mülteciyi kabul eden bir lider olarak Erdoğan’a hâlâ sıcak bakıyor.
Ancak Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerinin sınırları da belirginleşiyor. En sert tepki İsrail’den geliyor. Bu yılın başlarında İsrail, Suriye hükümetinin Türklere devretmeyi planladığı bazı askerî üsleri bombaladı. Erdoğan yönetimi şimdi, hem İsrail’le doğrudan bir çatışmadan kaçınmak hem de Suriye’ye verdiği desteği dengelemek için temkinli davranıyor.
Amerika’nın arabuluculuğuyla İsrail ve Türkiye arasında kırılgan bir denge kurulmuş durumda. Her iki taraf da karşısındakinin kendi “kırmızı çizgilerini” aşmamasını umuyor. Atlantik Konseyi’nden Ömer Özkizilcik, “Şam’da bir Türk üssü kurulması İsrail’in kırmızı çizgisi olur,” derken, “İsrail’in Suriyeli Kürtlere destek için müdahale etmesi ise Türkiye’nin kırmızı çizgisidir,” ifadelerini kullanıyor.
Bugünün Suriye’sinde geçici devlet başkanı olan Ahmed el-Şaraa, Ankara’ya yakın bir isim ama kesinlikle “kukla” değil. İdlib’de sıkıştığı dönemde Türkiye’ye bağımlıydı; bugünse Suriye’nin limanlarına ve ticaret yollarına erişimi var, ayrıca birçok Arap ülkesinden yatırım ve yardım teklifleri alıyor. Üstelik Amerikan desteği de arkasında. Bir Avrupalı diplomatın ifadesiyle: “Artık Ahmed el-Şaraa’nın asıl hamisi Türkiye değil, Amerika.”
Yine de Türkiye’nin Suriye içinde etkisi tamamen azalmış değil. Eski SNA subaylarının bir kısmı, yeni kurulan Suriye güvenlik aygıtına entegre edildi. Bu isimlerin çoğunun hâlâ Türk istihbaratıyla temasta olduğu belirtiliyor. Ancak Şaraa, SNA’ya mesafeli davranıyor; ordu, savunma ve içişleri bakanlıklarını kendi çevresinden isimlere emanet etti, eski SNA bağlantılı figürleri ise geri plana çekti. Eski bir SNA komutanı, “Yeni rejim Türkiye’ye eskisi kadar bağımlı değil,” diyerek durumu şöyle özetliyor: “HTŞ farklı. Onlar alır, ama vermez.”
Yine de herkes ikna olmuş değil. İsrailli yetkililer, Şaraa’nın Türkiye’nin kontrolüne girebileceğinden endişe ediyor. Ancak ironik biçimde, İsrail’in saldırgan politikaları Şaraa’yı Ankara’ya yaklaştırıyor. Bu yaz, İsrail, Süveyda’daki mezhepsel şiddet olaylarına misilleme olarak Suriye Savunma Bakanlığı’nı bombaladı. Bir hafta sonra Şam yönetimi, Türkiye’den resmî askerî yardım talep etti. Ağustos ayında iki ülke arasında bir savunma anlaşması imzalandı.
Ankara’nın Suriye’deki en büyük sorunu ise kuzeydoğu bölgesi. Burası hâlâ Amerika destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolünde ve bu grubu çoğunlukla Kürt militanlar oluşturuyor. Bu yılın başında SDG, sınır kapılarını, havaalanlarını ve petrol sahalarını Şam’a devretmeyi kabul etmişti; ancak bugüne kadar hiçbirini yerine getirmedi. Görünüşe göre SDG zaman kazanıyor, Şaraa yönetimi ise ülkeyi yeniden inşa etme yükü altında eziliyor.
Hem Türkiye hem Şaraa yönetimi, SDG’nin yıl sonuna kadar taahhütlerini yerine getirmemesi hâlinde ortak bir askerî operasyon sinyali verdi. Fakat Suriye ordusunun Kürtlere karşı tek başına savaşacak gücü yok. Bu, Süveyda’daki çatışmalarda açıkça ortaya çıktı: Ordu kontrolü kaybetti ve sivillere yönelik katliamla suçlandı. Şaraa hükümeti yeni bir cephe açmaya isteksiz. Bir yetkili, “Savaşa hazır değiliz,” diyor.
Türkiye teorik olarak SDG’yi kolayca yenebilir; ancak bu, ciddi sonuçlar doğurabilir. Yeni bir operasyon, PKK ile süren barış sürecini bozabilir. Zira PKK bu yılın başında silah bırakma sürecine girmişti. Suriye’de yeni bir savaş, bu süreci tersine çevirebilir ve Türkiye’yi yeniden çatışma sarmalına sokabilir. Ayrıca, Türkiye’nin son dönemde iyileşen ABD ilişkilerini de zehirleyebilir.
Suriye hâlâ bir mayın tarlası gibi. Türkiye’nin bundan sonraki adımlarını çok dikkatli atması gerekecek.






