BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Savaşı İsrail başlattı. Bitirebilecek tek ülke Amerika.
Donald Trump, Orta Doğu’daki savaşları bitirme sözü vermişti. Ancak bugün, Amerika’nın başkanı yeni bir savaşın göbeğinde. Yine de meseleye iyimser yaklaşıyor. İran ve İsrail arasında dördüncü gününe giren çatışmanın “kolayca çözülebileceğini” savunuyor. 15 Haziran’da sosyal medyada “Kolayca anlaşma sağlarız,” diye yazdı. Birkaç saat sonra, 1979’dan beri düşman olan bu iki ülkenin ticaret yapmaya ikna edilmesi halinde barışın sağlanabileceğini ima etti.
Bu kadar karmaşık bir çatışmaya yönelik böylesine hafif bir ton ciddiyetsiz görünebilir. Ancak savaşın ne zaman ve nasıl sona ereceği üzerinde en büyük etkiye sahip isim yine Trump olacak. Önümüzdeki günlerde alacağı kararlar, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ya dizginleyecek ya da cesaretlendirecek. Netanyahu bu savaşı başlattı, ancak bitirebilmek için Trump’a bel bağlıyor. Ne var ki, Trump’ın bunu nasıl yapmayı planladığını bilen yok.
1. Seçim: Diplomasiye Zorlamak mı?
Savaştan önce Amerika, 2018’de Trump’ın terk ettiği nükleer anlaşmanın yerine geçecek yeni bir paktı müzakere etmeye çalışıyordu. Altıncı tur görüşmeler bu hafta sonu yapılacaktı, ancak elbette iptal edildi. Yine de Trump hâlâ müzakerelere çağrı yapıyor. İsrail’in savaş gerekçesi, İran’ın nükleer programı; bu programı sınırlandıracak bir anlaşma, ateşkesin ana parçası olabilir. Fakat bu çabanın önünde büyük engeller var.
Her şeyden önce, ne İsrail ne de İran böyle bir anlaşmaya hazır. İsrail bu savaşı yıllardır planlıyor ve henüz birçok hedefini gerçekleştirmeden durmak istemiyor. İran ise karşılıklı bir ateşkese açık olduğunu söylese de nükleer programıyla ilgili büyük tavizler vermeye yanaşmıyor. Amerika, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi bırakmasını ve bazı nükleer tesisleri sökmesini isteyecektir—ki İran buna onlarca yıldır direndi.
Hasar büyüdükçe İran taviz vermeye daha açık hale gelebilir. Rejim hayatta kalmak istiyor. Ancak Amerika’ya, hele hele Trump’a güvenmiyor. 2018’de nükleer anlaşmayı rafa kaldıran, 2020’de İran’ın en üst düzey komutanını öldüren ve bugün İsrail’in savaş başlatmasına göz yuman kişi o.
Almanya Dışişleri Bakanı, İngiltere ve Fransa’yla birlikte İran’la müzakere etmeye hazır olduklarını açıkladı. Ancak Amerika yine de bu görüşmelerin merkezinde yer almak zorunda. Hem İsrail’e hem İran’a anlaşmanın uygulanabilirliğini garanti edebilecek başka kimse yok. Ama ciddi bir anlaşma istiyorsa, bu kez daha yetkin bir diplomasi yürütmesi gerekecek. Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff, iki ayda yalnızca beş görüşme yapabildi. Aynı anda Gazze ve Ukrayna dosyalarıyla da ilgileniyordu. Üstelik müttefik ülkelerin desteğine de mesafeliydi; bir Avrupalı diplomat, “İran’dan aldığım brifingler, Amerika’dan aldıklarımdan daha ayrıntılıydı,” diyor.
2. Seçim: Savaşa Katılmak mı?
Trump eğer diplomasiye inanmıyorsa, ikinci kararı Amerika’nın savaşa katılıp katılmaması üzerine olacak. Uydu görüntüleri, İsrail’in Natanz’daki “pilot yakıt zenginleştirme tesisi”ni yok ettiğini gösteriyor. Bu yer, İran’ın %60 oranında uranyum zenginleştirdiği, yani nükleer silah üretimine bir adım kala bir tesisti.
Ancak Fordow’daki daha büyük tesis hâlâ ayakta. Dağın içine oyulmuş bu yapı, İsrail’in mühimmatlarıyla imha edilemeyecek kadar derin. İsrail, giriş ve havalandırma noktalarını vurarak tesisi geçici olarak kullanılmaz hale getirebilir. Ancak ABD’nin elindeki özel mühimmatlara ihtiyaç duyuyor. Trump’tan Fordow’a yönelik saldırılara katılmasını istedi. Şu ana kadar yanıt vermedi.
İyimser senaryoda bu saldırılar hem tesisi etkisiz hale getirir hem de İran’ı bir anlaşmaya mecbur bırakabilir. Gerçeklerse genellikle daha karmaşıktır. İran, Fordow’a yönelik saldırıların rejimi devirmeye yönelik daha geniş bir kampanyanın başlangıcı olduğunu düşünebilir. Bu da İran’ı Amerika veya bölgedeki müttefiklerine saldırmaya itebilir. Bugüne kadar İran böyle bir saldırıdan kaçındı çünkü Amerika’nın savaşa dahil olmasından korkuyordu. Ancak Amerika zaten savaşa katılırsa, İran kaybedecek bir şeyi kalmadığını düşünebilir.
Washington’daki bazı Trump destekçileri ve İsrail’deki bazı analizciler, Netanyahu’nun tam da bu senaryoyu hedeflediğine inanıyor. Savaş başlarken İsrail, “Amerika’nın izni yeterlidir,” demişti. Şimdi Amerika’yı, kolayca daha geniş bir çatışmaya dönüşebilecek sınırlı bir askeri müdahaleye çekmek istiyor.
Netanyahu, İran rejimini devirmeye giderek daha çok odaklanmış gibi görünüyor. 13 Haziran’da İran halkına yaptığı açıklamada, “yöneticilerinize karşı ayağa kalkın,” çağrısı yaptı. İki gün sonra Fox News’e verdiği röportajda rejim değişikliğinin hedef olup olmadığı soruldu. “Bu kesinlikle sonuç olabilir, çünkü İran rejimi çok zayıf,” dedi. Trump’ın danışmanlarının bazıları, bu sürecin açık uçlu bir savaşa dönüşmesinden endişe ettiği için Amerikan saldırılarına onay vermemesini öneriyor.
3. Seçim: İsrail’i Ne Kadar Destekleyecek?
İsrailli liderler sık sık “kendi güvenliğimizi kendimiz sağlarız” der. Ama İsrail, İran balistik füzelerine karşı korunmak, istihbarat paylaşmak ve ordusunu ikmal etmek için Amerika’ya bağımlı. Trump, savaşa katılmamaya ve anlamlı diplomasi yürütmemeye karar verirse, İsrail’e ne kadar destek sağlayacağına da karar vermek zorunda kalacak.
Savaşı durdurması için İsrail’e baskı yapabilir. Ya da Mart ayından bu yana Gazze’de yaptığı gibi, savaşa sessizce devam etmesine izin verebilir. İsrail, İran’ın karşı saldırılarda kullandığı balistik füze stoğu tükendikçe, haftalarca hava saldırılarını sürdürebilir. Peki bir noktada “zafer” ilan eder mi? Yoksa bombardımana devam edip rejimi istikrarsızlaştırmaya mı çalışır? İran, İsrail’e etkili şekilde karşılık veremez hâle gelirse, savaşı komşu ülkelere yaymaya mı çalışır?
Savaş uzadıkça, öngörülemezliği artar. Bir Batılı diplomat şöyle diyor: “Amerika dahil olmazsa ya da rejim düşmezse, İsrail için bir çıkış yok. İkisi de büyük risk.” Nihayetinde, tek gerçekçi çıkış yolu yine bir anlaşma olabilir. Ama bunun için Trump’tan diplomatik ustalık, İsrail ve İran’dan da esneklik gerekecek—ve bunların hiçbiri bu aktörlerle özdeşleşmiş şeyler değil.
Kaynak: The Economist