BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Dünyanın merkez bankacıları bu yılki Jackson Hole konferansında bir atı ehlileştirmenin iki yolu olduğunu öğrendi. Hayvanı korkuyla kırabilirsiniz, ama o acıyı asla unutmaz. Daha nazik yol ise—katılımcılara bir akşam gösterildiği gibi—tutarlı sınırlar koymak ve yumuşak sonuçlar (örneğin yüksek alkış sesleri) üretmektir. Letonya Merkez Bankası Başkanı Martins Kazaks’a göre bu, merkez bankacılığına benziyor. Enflasyonu ezmek için faizleri artırabilirsiniz, bu da resesyona yol açar. Ama asıl iyi olan, herkes enflasyon hedefinin gerçek olduğuna inanırsa, fiyatları ve ücretleri aşırı artırmaktan kaçınmasıdır. Eğer sınırlar inandırıcıysa, merkez bankası daha nazik davranabilir.
Resmî olarak bu yılki toplantının teması işgücü piyasalarıydı. Gayriresmî olarak ise odak noktası, Fed’in sarsılmış itibarıydı. 25 Ağustos’ta konferans sonrası Başkan Donald Trump, Fed guvernörlerinden Lisa Cook’u ipotek başvurularındaki usulsüzlük iddiaları nedeniyle görevden aldığını açıkladı. Bu, Fed’i faiz indirmeye zorlamak için yürüttüğü kampanyanın yeni bir adımıydı. Oysa ironik olan, Fed’in zaten faiz indirimi yönünde ilerliyor gibi görünmesiydi. Nitekim konferansta sunulan iki araştırma makalesi, gümrük tarifelerinin yarattığı enflasyonun “görmezden gelinmesi” gerektiğini, mevcut faizlerin ise ekonomiyi yeterince yavaşlattığını savunarak indirimleri destekledi.
Fed, Trump’ın tarifelerine nasıl yanıt vermeli? “Taylor ilkesi”ne göre, faizlerin enflasyonun %2 hedefinin üzerinde her artıştan daha fazla yükseltilmesi gerekir. Goldman Sachs’a göre tarifeler, Aralık ayına kadar çekirdek enflasyona 0,8 puan ekleyecek. Basit bir hesapla, faizlerin tarifeler olmasaydı olacağından en az 0,8 puan daha yüksek olması gerekir. Ancak Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nden Emi Nakamura, Jackson Hole’da yaptığı sunumda, Fed’in uzun dönemlerde bu ilkeden sık sık sapma gösterdiğini ortaya koydu. Merkez bankaları, şoklar geçici olduğunda enflasyonun hedefe döneceğine güvenerek genellikle bu tür dalgalanmaları görmezden gelir. Banka ne kadar inandırıcıysa, bu strateji o kadar işe yarar; düşük enflasyon beklentileri kendini gerçekleştirebilir.
Bu tür bir düşünce tarzı, Covid-19 sonrasında Powell ve meslektaşlarını zor durumda bırakmıştı; enflasyonun geçici olacağını öngörmekte yanıldılar. Ancak Fed, Taylor ilkesinin öngördüğü ölçüde sıkılaşma yapmasa da enflasyonu sonunda düşürmeyi başardı. Buna karşılık, faizleri daha hızlı ve yüksek artıran ülkeler daha kötü enflasyon yaşadı. Fed’in itibarı en azından kısmen işe yaramış görünüyor.
Nakamura, pandemi sonrası enflasyonun Fed’in eskiye kıyasla daha az inandırıcı olduğu anlamına gelebileceğini öne sürdü. İsrail Merkez Bankası Başkanı Amir Yaron ise enflasyonun sonunda düşmesinin, enflasyonun her zaman hedefe döneceği fikrini pekiştirmiş olabileceğini belirtti. Powell’ın yerine geçmesi için favori görülen Fed guvernörü Chris Waller, son toplantıda faiz indiriminden yana oy kullandı. Ona göre, tarifelere rağmen uzun vadeli enflasyon beklentileri hâlâ kontrol altında görünüyor.
Faiz indirimi lehindeki ikinci argüman ise mevcut seviyedeki faizlerin işgücü piyasasını yavaşlatması ve nötr seviyeye çekilmesi gerektiği. Buradaki endişe, Amerika’nın net kamu borcunun GSYİH’nin neredeyse %100’üne ulaşması ve büyümeye devam etmesinin, ekonomideki tasarrufları emerek zamanla nötr faizi yükseltmesi. Tarifelerden gelen gelir hesaba katılsa bile, Amerika’nın bu yıl GSYİH’nin %6’sı kadar bütçe açığı vermesi bekleniyor. Kamu maliyesinin karışık olmasının bir nedeni de yaşlanan nüfus. Yaşlılar emeklilik ve sağlık harcamaları için çok daha fazla kaynak gerektiriyor.
Ancak Harvard’dan Ludwig Straub, Jackson Hole’da bu tür harcamaların bir de ters yüzü olduğunu gösterdi: yaşlıların servet biriktirme ve koruma isteği. Bu, Hazine tahvilleri dahil olmak üzere varlıklara talebi artırıyor. Straub ve ortakları, bunun doğal faiz oranını düşürebileceğini ve Amerika’nın yüzyılın sonunda GSYİH’nin %250’sine eşit borç taşımasına izin verebileceğini hesapladı. Bu, Trump’ın ve aslında her siyasetçinin kulağına hoş gelen bir şey olurdu: daha düşük faizler ve daha çok harcama imkânı. Katılımcıların çoğu rakamın doğruluğunu sorgulasa da—Straub bunun yalnızca 2100 için geçerli olduğunu, bugüne uygulanamayacağını vurguladı—genel görüş, varlık talebinin arzdan daha güçlü olduğu yönündeydi.
Sorun şu ki, Trump ve genel olarak Amerikan siyasetçileri, ülkenin avantajlarını heba ediyor. Fed’e yönelik saldırılar, merkez bankasının itibarını zayıflatıyor. Amerika o kadar çok borçlanıyor ki, ne kadar mali alan olursa olsun siyasetçiler bunu har vurup harman savuruyor. Straub’un dediği gibi: “Ne olursa olsun devasa bir mali uyum gerekiyor.” Katılımcıların da belirttiği gibi, yüksek borçluluk hükümetleri faiz oranlarındaki küçük değişiklikler veya bir resesyon karşısında savunmasız bırakıyor. MIT’den Deborah Lucas uyardı: “Krizlere neden olan stoklar değil, şoklardır.” Popülist liderler altında, kötü sürprizler daha olasıdır.
Siyasi ya da mali baskılar nedeniyle belirlenen düşük faiz politikaları, teknokratik kararlardan farklı olarak enflasyonu körükleme eğilimindedir; çünkü enflasyon beklentilerini artırır. Piyasalar bu tehlikeyi anlıyor gibi görünüyor. Fed geçen yıl faiz indirmeye başladığından beri uzun vadeli tahvil getirilerinin fazla düşmemesi bunun göstergesi. Enflasyonla mücadele, sabır ve disiplin gerektirdiği için merkez bankacılarına bırakılmıştı. Ne yazık ki hükümetler her zaman ağılı yeniden açabilir ve hayvanın kaçmasına izin verebilir.