BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Amerikan varlıklarını ve çıkarlarını dünyanın her yerine konuşlandırdık, ama bunu kendi yarımkamızda yaptığımızda… herkes bir şekilde paniğe kapılıyor.”
Amerika Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “narko-teröristlere” karşı başlatılan askeri kampanyaya dair endişeleri bu sözlerle küçümsedi.
Eylül ayından bu yana Amerikan kuvvetleri, uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia edilen teknelere art arda hava saldırıları düzenliyor. Şimdi ise Karayipler’de güçlü bir deniz kuvveti yığınağı oluşturuyor ve Venezuela’yı bombalamakla tehdit ediyor.
Bu operasyonun amacı olan ülkenin güçlü adamı Nicolás Maduro’yu devirmek, artık neredeyse gizlenmeden yürütülüyor. Başkan Donald Trump, CBS News’e verdiği röportajda “Maduro’nun günleri sayılı mı?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Evet, öyle olduğunu söyleyebilirim. Sanırım evet.”

Bir uçak gemisi taarruz grubu, Karayipler’deki kuvvetlere katılmak üzere yola çıktı. Porto Riko’daki atıl bir üs yeniden açıldı. Bombardıman uçakları Venezuela üzerinde uçuşlar yaparken, deniz piyadeleri amfibi çıkarma tatbikatları gerçekleştiriyor. CIA’ye gizli operasyon yürütme yetkisi verildi.
Amerika’nın bu “silahlı diplomasi” hamlesi, Latin Amerika’da askeri müdahaleler ve darbe girişimleriyle dolu karanlık geçmişini yeniden canlandırıyor. Soğuk Savaş’ın ardından azalan bu eğilim, bugün yeniden yükseliyor.
Bu dönüşün ardında kısmen, İran, Rusya ve özellikle Çin’in bölgede artan etkisine duyulan endişe var. Ancak esas olarak, Donald Trump’ın ülke güvenliğini takıntı haline getirmesi ve kendisini güçlü bir devlet adamı olarak gösterme arzusu yatıyor.
Trump, bundan birkaç ay önce Çin’in Panama Kanalı üzerindeki etkisinden ve Grönland’ın Amerika için stratejik öneminden söz ediyordu. Şimdi ise Venezuela’ya yönelmiş durumda — bu kez “şüpheli” bir yeni doktrinle desteklenen bir müdahale hazırlığı içinde.

Trump yönetimi, uyuşturucu çetelerine karşı askeri güç kullanılmasını meşrulaştırmak amacıyla bu grupları suç örgütü değil “terörist” olarak yeniden tanımladı. Rejime uygulanan baskıyı gerekçelendirmek için, Maduro doğrudan bu çetelerle ilişkilendirildi. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, uyuşturucu çetelerini “Batı Yarımküre’nin el-Kaidesi” olarak tanımladı.
Tıpkı “küresel teröre karşı savaş” döneminde olduğu gibi, bu yeni “narko-terörle savaş”, Amerika’yı pahalı ve karmaşık bir askeri bataklığa sürükleme riski taşıyor — üstelik bu, Amerika’nın “sonsuz savaşlarını” bitirme sözü veren bir başkanın yönetiminde yaşanıyor. YouGov’un geçen ay yaptığı ankete göre, Amerikalıların çoğu Venezuela’ya askeri müdahaleye karşı. Ancak AtlasIntel’in araştırması, Latin Amerikalıların çoğunluğunun bu fikri desteklediğini ortaya koydu.
Washington’un eylemleri çelişkilerle dolu. Eğer Venezuela gerçekten bir “terörist devletse”, neden Amerika yaklaşık 600.000 Venezuelalı sığınmacının geçici koruma statüsünü kaldırıp bir kısmını “narko-cihatçılara” geri gönderiyor? Sınır dışı edilenlerle dolu uçaklar haftada iki kez Venezuela’ya inerken, B-1 ve B-52 bombardıman uçakları aynı ülkeyi bombalamakla tehdit ediyor. Öte yandan Chevron’un kiraladığı tankerler, hâlâ Maracaibo Gölü’nden kalkıp Amerikan rafinerilerine petrol taşıyor.
Yılın başlarında ilişkiler iyileşiyor gibi görünüyordu: Venezuela birkaç Amerikalı mahkumu serbest bıraktı; Chevron’a temmuz ayında petrol sevkiyatına devam etme izni verildi. Ancak kısa süre sonra büyük bir rota değişimi yaşandı. ABD Hazine Bakanlığı, üst düzey askerlerle bağlantılı “Cartel de Los Soles” (Güneşler Karteli) adlı uyuşturucu kaçakçılığı grubunu “Küresel Özel Atanmış Terör Örgütü” ilan etti. Maduro doğrudan örgütün başı olarak tanımlandı.
Bu kartelin, Şubat ayında “Yabancı Terör Örgütü” listesine alınan Tren de Aragua adlı başka bir Venezuela çetesine yardım ettiği öne sürüldü. Ağustos ayında Dışişleri Bakanlığı, Maduro’nun yakalanmasına veya mahkûm edilmesine yol açacak bilgi için konulan ödülü 50 milyon dolara çıkardı.
2 Eylül’de uyuşturucu taşımakla suçlanan teknelere yönelik füze saldırıları başladı. Şimdiye kadar 60’tan fazla kişi öldü. Yanmış ceset parçaları, Trinidad & Tobago sahillerine vurdu.

Yetkililere göre tüm bu adımlar, Trump’ın evrimini yansıtıyor. “Anlaşma yapma ustası” olarak diplomasiye bir şans verdi, ancak sonuçlardan hayal kırıklığına uğrayınca baskıyı artırdı. Bu değişim aynı zamanda ekibindeki güç dengelerinin de değiştiğini gösteriyor. Trump’ın “özel misyonlar özel temsilcisi” Ric Grenell, Maduro ile yapılan görüşmelere öncülük etti ve diplomasi yanlısı olarak biliniyor. Buna karşın, Ulusal Güvenlik Danışmanı sıfatıyla da görev yapan Marco Rubio, daha sert bir çizgi izliyor. Küba kökenli eski bir senatör olan Rubio, Amerika’nın yarımküredeki etkisini yeniden tesis etmeyi savunuyor.
Rubio’nun sahnesi
Rubio böylece neocon reflekslerini Trump’ın “Önce Amerika” milliyetçiliğiyle birleştirmiş durumda. Ona göre, Amerika’nın göçten uyuşturucu kaçakçılığına kadar birçok sorunu, yine Amerika kıtasından kaynaklanıyor. Bu nedenle “America First”, artık “Americas First” haline geliyor — yani iç politika dış politikaya taşınıyor. Rubio, Karayipler’i Amerika’nın çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek için bir fırsat görüyor. Eğer Maduro düşerse, Küba ve Nikaragua gibi düşman ülkeler sübvansiyonlu Venezuelalı petrole erişimlerini kaybedebilir ve istikrarsızlaşabilir.
Ancak domino taşları ters yönde de düşebilir. Başarısız bir müdahale, Venezuela’da ve ötesinde kaosa yol açabilir; Amerikan karşıtlığını körükleyip uyuşturucu ve göç sorunlarını daha da ağırlaştırabilir.
İyimserler, olası bir müdahalenin 1983 Grenada ve 1989 Panama işgalleri gibi kısa ve başarılı olabileceğini düşünüyor. Eleştirmenler ise Venezuela’nın çok daha büyük ve karmaşık bir ülke olduğuna dikkat çekiyor; bu nedenle sürecin Afganistan, Irak veya Libya’daki fiyaskoları hatırlatabileceğini söylüyor. Her iki durumda da, Trump yönetiminin Maduro’yu devirmeye — ya da sonrasında ne olacağına — dair tutarlı bir plana sahip olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Amerika’nın en büyük kozu, Maduro rejiminin hem gayrimeşru hem de popülerlikten yoksun olması. Ülke, politik baskı ve ekonomik çöküşle yönetiliyor; dünyanın en büyük mülteci dalgalarından biri Venezuela’dan çıktı. 2024 başkanlık seçimleri hileyle manipüle edildi: muhalefet lideri María Corina Machado yarıştan men edildi. Onun yerine aday olan Edmundo González ezici bir zafer kazandı, ancak rejim sahte bir sonuç ilan etti.
Maduro’yu devirmek için en gerçekçi umut, yüksek perdeden yapılan güç gösterisinin rejimi çatlatması. Amerika’nın en büyük ve en yeni uçak gemisi USS Gerald Ford’un yaklaşması, Caracas’ta bazı hesapları değiştirebilir. Trump’ın ilk döneminde Venezuela özel temsilcisi olan Elliott Abrams, bu stratejiyi şöyle açıklıyor:
“CIA’nin görevi, rejim ve ordu içindeki insanlara mesaj göndermek: ‘Bakın, Maduro gitmek zorunda. Onunla birlikte batmanıza gerek yok.’”
Bazı taviz teklifleri de gündeme geldi. Miami Herald’a göre, Maduro hariç üst düzey Chavista isimlerden oluşan bir geçiş hükümeti önerildi. New York Times’ın haberine göreyse, Amerika’ya petrol ve madenlerde imtiyazlı erişim sağlanması ve Çin, Rusya, İran’ın etkisinin azaltılması teklif edildi.
Trump, 17 Ekim’de bu süreçle ilgili şöyle dedi:
“Her şeyi teklif ettim. Neden biliyor musunuz? Çünkü Amerika Birleşik Devletleri’yle uğraşmak istemiyor.”

Yine de Maduro hâlâ silahları elinde tutuyor. Küba istihbaratının yardımıyla, şüpheli muhaliflere yönelik tasfiyeleri yoğunlaştırıyor. Sadakatsiz sayılan onlarca askeri yetkili cezaevinde, birçoğu işkence gördü; aileleri de tehdit edilip tutuklandı. Maduro gitmek üzere olduğundan emin olana kadar pek az kişi onun karşısına çıkmaya cesaret edecektir.
Bu yüzden Trump’ın sadece tehdit etmekle yetinmeyip güç kullanması gerekebilir. O, Amerikan birlikleri açısından düşük riskli hızlı sürpriz saldırıları tercih ediyor; tıpkı Haziran’da İran’ın nükleer tesislerinin bombalanmasında olduğu gibi. Venezuela söz konusu olduğunda ise Trump hamlelerini basınç yaratmak için açık ediyor gibi görünüyor. Sızan bilgiler, ilk olarak uzak bölgeleri —muhtemelen uyuşturucu ağlarıyla bağlantılı havaalanlarını— hedef alabileceğini öne sürüyor. Eğer rejime karşı sürdürülen bir hava kampanyasına dönüşürse, hava savunmalarının da imha edilmesi gerekecektir.

Ancak sadece hava gücüyle bir hükümeti devirmek, üstelik yerel bir destek gücü olmadan — ki Venezuela’da böyle bir güç görünmüyor — neredeyse hiçbir zaman başarıya ulaşmadı. Belki de Trump yönetimi, 1976’dan bu yana yabancı liderlerin suikastını yasaklayan başkanlık kararnamelerini iptal etmeye hazırsa, Maduro’yu gökten öldürebileceğini düşünüyor. Ancak bu da kolay değil. Irak diktatörü Saddam Hüseyin bile 2003’te Amerikan ordusu ülkeyi işgal ettikten sonra yakalanabilmişti. Venezuela’ya kara kuvveti göndermek ise hem içeride hem dışarıda son derece popüler olmayan bir seçenek olurdu.
Her türlü müdahalenin başarısı, ülkeyi iyileştirip iyileştirmeyeceğine ve bunun kalıcı olup olmayacağına bağlı. Burada iki kritik soru var:
Birincisi, muhalefet Venezuela’nın mevcut kaosunu yönetebilir mi? Liderlerinin çoğu sürgünde. Bu yıl Nobel Barış Ödülü alan María Corina Machado, Venezuela içinde saklanıyor ancak iletişim kurabiliyor. Bloomberg’e yaptığı açıklamada, Trump’a desteğini ifade ederek şunu söylüyor:
“Yaşanan tırmanma, Maduro’ya artık gitme zamanının geldiğini anlatmanın tek yolu.”
Ancak tüm muhalefet bu görüşü paylaşmıyor. Yine de Machado, “geçişin ilk 100 saati ve ilk 100 günü” için planlarının hazır olduğunu söylüyor.
Ayrıca rejimin kalıntılarının — ordu birlikleri, colectivos (silahlı milis ve mahalle örgütleri), devlet güvenlik ajanları — hatta Venezuela’da faaliyet gösteren suç şebekeleri ve Kolombiyalı isyancıların savaşmayı seçip seçmeyecekleri de belirsiz. Eğer seçerlerse, kısa sürecek bir savaş uzun bir karşı-ayaklanma sürecine dönüşebilir.
Washington merkezli düşünce kuruluşu CSIS’ten Ryan Berg, üç olası senaryo görüyor:
- Venezüella ordusu Maduro’yu devrerek iktidarı ele geçirir.
- ABD, Maduro ya da çevresindeki kliklerden biriyle bir geçiş süreci müzakere eder.
- Rejim, Amerikan askeri harekâtı altında çöker.
İlk iki senaryo, Berg’e göre istikrar getirir ama fazla demokrasi getirmez. Üçüncü senaryo ise meşru muhalefeti iktidara taşıyabilir, ancak daha oynak ve riskli. Ayrıca Trump’ın ilgisini yitirip bir süre sonra — yüzeysel bir saldırının ardından “başardık” diyerek — başka bir hedefe yönelmesi de mümkün.
Ocak ayında Trump, kendisini gangster gibi gösteren bir mem paylaşmıştı; yanında “FAFO” (kısaltması: Fuck Around and Find Out) yazıyordu. Bu, deportee’leri kısa süreliğine kabul etmeyi reddeden Kolombiya’ya bir uyarıydı. Ancak başka yerlere de uygulanabilir.
Şimdi asıl soru şu: Trump, Venezuela’ya müdahalenin sonuçlarını “bizzat görmeye” gerçekten hazır mı?






