BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Nvidia’nın yapay zekâ (YZ) çiplerinin Çin’e ihracatına kısıtlı olarak yeniden başlamasına izin verip, bunun karşılığında elde edilen gelirin %15’inin ABD hazinesine aktarılması şartını koyduğu anlaşma bir kenara bırakılırsa, tartışılması gereken esas konu, Çin’e Amerika’nın en çok arzulanan teknolojilerinden birine erişim izni verip vermemenin akıllıca olup olmadığıdır.
Tartışmanın bir tarafı, Çin pazarını çiplerle doldurmak istiyor. Nvidia’nın kırpılmış versiyon H20 modelini yeniden ihraç etmesine izin verilmesinin, Huawei gibi Çinli çip üreticilerinin kendi muadillerini geliştirme motivasyonunu azaltacağı savunuluyor. Böylece Çinli üreticiler Amerikan donanımına bağımlı kalacak ve dünyanın ileri teknoloji çip üretiminin büyük kısmının yapıldığı Tayvan’ı işgal etme olasılıkları düşecek. Diğer taraf ise daha sert bir tutum benimsiyor. Bu kesim — bu gazetenin de desteklediği gibi — H20’lere erişimin tamamen kesilmesinin, Amerikan standartlarına göre eksik olsa bile Çin’de çok talep gören bu çiplerin Çin’in teknoloji gelişimini yeterince yavaşlatacağını ve ABD’ye yapay zekâ yarışında aşılmaz bir üstünlük kazandıracağını savunuyor.
Trump, 11 Ağustos’ta Nvidia’nın Çin’e H20 satmaya yeniden başlayacağını doğruladığında bu argümanlardan hiç söz etmedi. Bunun yerine, Nvidia CEO’su Jensen Huang ile aralarında geçen, Amerika’nın bu “iyiliğe” karşı ne kadar pay alması gerektiği üzerine pazarlığı öne çıkardı. (Trump, Nvidia’nın “süper-ileri” Blackwell çipleri için de benzer bir plan düşündüğünü ima etti.) Bu yaklaşımı, Çin’in en değerli kaynaklarından biri olan nadir toprak elementlerini bir pazarlık unsuru olarak kullanma biçimiyle karşılaştırın. Piyasalara müdahale konusunda, Amerika’nın “ufak hesap yapan” başkanının Xi Jinping’den öğreneceği çok şey var.
Trump’ın çip ihracatını yönetme biçimi, rakibinin nadir toprak elementlerini kullanma stratejisi yanında sönük kalıyor. Amerikan başkanının stratejisi keyfi ve kafa karıştırıcı. Üç ay içinde H20 satışları hem yasaklandı hem serbest bırakıldı. İhracat vergisi muhtemelen Anayasa’nın 1. Maddesi’ni ihlal ediyor, bu yüzden hukuki itirazla karşılaşabilir. Buna karşın, Çin son dönemde nihai alıcıyı izlemeye çalışan ve sensörden üretim ekipmanına kadar yüzlerce ürünü kapsayan daha kapsamlı bir ihracat kontrol sistemi kurdu.
Şu ana kadar Trump’ın yaklaşımı ne Amerika’ya fayda sağladı ne de Çin’e zarar verdi. ABD, önemli bir ulusal güvenlik kozunu ufak bir meblağ karşılığında kaybetti. H20 satışlarının Nvidia’ya 20 milyar dolar gelir getirdiğini varsayarsak, %15’lik ek vergi sadece 3 milyar dolar kazandırır — bu da yeni bir nükleer denizaltı maliyetinden az. Trump ayrıca Çin ile kapsamlı bir anlaşma yapılmadan önce elindeki en büyük pazarlık kozlarından birini devretti. Buna karşın Xi hâlâ nadir toprak elementleri kozunu elinde tutuyor — her ne kadar uzun vadede bu kozu kullanmak, dünyada Çin’e olan bağımlılığı azaltma çabalarını hızlandıracak olsa da.
Trump’ın H20 hamlesi kafa karışıklığı yaratıyor. Amacı Huawei’yi zayıflatmak ve Çin’i Amerikan çiplerine bağımlı kılmaksa, ihracat vergisiyle fiyatını artırmak yerine ucuz Nvidia ürünlerini piyasaya sürmek daha mantıklı olurdu. Çin, güneş panellerinden elektrikli araçlara, dronlardan zaman zaman nadir toprak elementlerine kadar ihracatında bu yöntemi etkili şekilde uyguladı. Bunun sonuçlarını biliyor; belki de bu yüzden Çinli firmaları H20’lerden uzak durmaları için zorluyor.
Trump’ın çip konusundaki beceriksizliği, Xi’den kötü bir öğrenci olduğunun tek örneği değil. İki liderin ülkelerindeki büyük şirket yöneticileri üzerindeki otoritelerini pekiştirme biçimleri de farklı. 2020’de Alibaba’nın kurucusu Jack Ma fazla öne çıktığında, Xi hükümeti onu sadece uyarmakla kalmadı; beş yıl boyunca kamuoyundan tamamen sildi. Xi, Komünist Parti’nin gücünün internet milyarderlerine kaptırılmasından duyduğu endişe nedeniyle böyle davrandı. Trump da Amerika’nın büyük patronlarını kontrol altında tutmaya kararlı. Geçtiğimiz hafta Intel’in yeni CEO’su Lip-Bu Tan ve Goldman Sachs CEO’su David Solomon’un istifalarını doğrudan veya dolaylı olarak talep etti. Ancak Xi’ye kıyasla daha kolay ikna oluyor. Intel CEO’su 11 Ağustos’ta Beyaz Saray’ı ziyaret ettikten sonra Trump, onun kariyerini “muhteşem bir hikâye” olarak övdü.
Xi, şirketleri hükümetin hedeflerine uygun davranmaya ikna etmede de daha başarılı. Çin, işletmelere parti hücreleri yerleştirerek bu uyumu sağlıyor. Trump ise Apple gibi firmaları üretimi Amerika’ya geri taşımaya teşvik etmek için gümrük tarifesi tehdidini kullanıyor. Ancak Amerikan başkanına verilen yanıt çoğunlukla şeklen. Apple CEO’su Tim Cook’un bu ay açıkladığı, Amerika’ya yapılacak 4 yıllık 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü esasen daha önceki planın güncellenmiş haliydi. Cook bunu, Trump’a hediye ettiği 24 ayar altın bir armağanla süsledi.
Trump’ın Xi kadar otoriter güce sahip olmaması nedeniyle ülkesinin şirketlerini siyasi hedeflerine boyun eğdirmekte daha az etkili olması belki de şaşırtıcı değil. Bu durum bir bakıma sevindirici. Çin’in devlet kapitalizmi modeli, demokratik süreçlerin değişimi zorlaştırdığı ülkelerdeki politikacılara cazip gelebilir. Ancak bu modelin de sorunları var. Çin’de büyüme yavaşladı, girişimcilik faaliyeti son yıllarda geriledi, şirketler acımasız bir fiyat savaşına saplandı.
Neyse ki Trump sadece devlet kapitalizmine “hafif dokunuşlar” yapıyor. Yine de bu yaklaşım zarar veriyor. Bugün Çin’deki işletmeler en azından belli bir tutarlılık ve istikrarla yürütülen politikalara güvenebiliyor. Amerikan şirketleri ise kaos ortamında gelişemez.