BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Çinli liderler ülke ekonomisinden söz ettiklerinde, sık sık Komünist Parti jargonuna başvururlar: “ikili dolaşım”, “yeni üretici güçler” ve “iç rekabet” gibi terimleri kullanırlar. Son dönemdeki yorumlarda ise doğrudan ana akım ekonomiden alınan bir kavram öne çıkıyor: “toplam faktör verimliliği” ya da kısaca TFP (total factor productivity).
Geçen yıl Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, TFP’deki artışın “yeni üretici güçlerin alametifarikası” olduğunu söylemişti. 21 Ekim’de ise Parti’nin yayın organı People’s Daily, Çin’in “yeniliğin boğasını burundan yakalaması ve toplam faktör verimliliğini artırmak için çaba göstermesi” çağrısında bulundu.
Oldukça iddialı sözler. Peki Çin’in uğruna mücadele etmesi istenen bu ödül tam olarak nedir?
TFP, aslında ne olmadığıyla tanımlanır. Ekonomik büyümenin bir kısmı, daha fazla işgücü kullanılmasından ya da işçilere daha fazla makine ve altyapı sağlanmasından kaynaklanır. TFP artışı ise bunların dışında kalan her şeyi kapsar: yani üretimdeki artışın, sermaye, emek ve diğer üretim faktörlerindeki artışla açıklanamayan kısmıdır.
Kaliforniya Üniversitesi’nden Arnold Harberger’e göre, TFP’yi artırmanın “en az 1001 yolu” vardır. Harberger’in favori örneği, dikiş atölyesinde çalan müzik sayesinde işçilerinden %20 daha fazla verim alan bir tekstil patronudur. TFP genellikle teknoloji ve verimlilikle ilişkilendirilir — yani emekten veya harcamadan çok ilham ile ilgilidir. Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, TFP’yi bir keresinde “ter değil, ilham” olarak tanımlamıştı.
Bu hafta yeni beş yıllık planı değerlendirmek üzere toplanan Çinli liderler de büyümelerini “daha az terli, daha çok ilhamlı” hale getirmek istiyorlar. Bunun başka yolu da yok.
Çin artık işgücüne yeni işçi ekleyemeyecek; 2016’dan bu yana işgücü 20 milyondan fazla azaldı.
Ülkenin yüksek sermaye birikimi oranı da, nüfusun yaşlanması ve tasarruf oranlarının düşmesiyle birlikte sürdürülemez hale geliyor. Bu nedenle Çin’in büyüme modelini yeniden kurgulayan liderler için TFP, başarının ana ölçütlerinden biri haline geldi.
Ancak Çin, resmi TFP verilerini sık sık yayımlamıyor. En çok başvurulan kaynak, 1970’lerde Pennsylvania Üniversitesi ekonomistleri tarafından başlatılan ve bugün Kaliforniya Üniversitesi’nden Robert Feenstra, Groningen Üniversitesi’nden Robert Inklaar ve Marcel Timmer tarafından yürütülen Penn World Table adlı veri seti. Bu proje, farklı ülkelerin GSYH ve üretim faktörlerini zaman ve mekân açısından sabit fiyatlarla karşılaştırılabilir şekilde hesaplıyor. Ülkeler arası büyüme araştırmalarının üçte ikisinin bu veriye dayandığı tahmin ediliyor.
Ancak son sürümler, Çin’in büyümesinde “ilhamın” eksik olduğunu gösteriyordu.
2021’de yayımlanan onuncu versiyona göre, Çin’in TFP’si 2009–2019 arasında gerilemişti.
Yani Çin ekonomisi, artan üretim faktörlerine rağmen beklenenden daha yavaş büyümüştü.
118 ülke arasında Çin, TFP artışında 83. sırada yer alıyordu.
Bu rakamlar, Çin’e dair karamsar “durgunluk” yorumlarını güçlendirmişti.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden Hal Brands ve Tufts Üniversitesi’nden Michael Beckley tarafından yazılan Danger Zone kitabı da benzer bir sonuca varmış ve “Zirveye ulaşmış Çin (Peak China)” terimini ortaya atmıştı. Onlara göre Çin, Sovyetler Birliği’ni andıran bir bataklığa saplanmıştı.
Ancak bu ay yayımlanan Penn World Table’ın son sürümü çok farklı bir tablo çiziyor.
Yeni verilere göre Çin’in TFP’si 2009–2019 döneminde yıllık ortalama %2,3 oranında artmış — bu da dünya genelinde 6. sıraya denk geliyor.
Verinin kapsadığı son on yılda (2023’e kadar) Çin 3. sırada.
Peki bu dönüşüm nasıl açıklanıyor?
TFP, GSYH artışı ile üretim faktörleri artışı arasındaki farktan oluşur.
Çin’in üretim faktörlerinde büyük bir değişim olmasa da, yeni tabloda kullanılan GSYH ölçümü değişti.
Bu kez önceki sürümlerde Pekin Üniversitesi’nden Harry Wu’nun hesaplamalarına dayanan alternatif veriler yerine, Çin’in resmi GSYH rakamları esas alındı.
Çin’in resmi büyüme oranı, Wu’nun tahminlerinden daha yüksek olduğu için, TFP rakamları da otomatik olarak daha iyi görünmeye başladı.
Bu değişikliğin gerekçesi teknik.
Robert Inklaar, resmi rakamlardan çok uzaklaşmanın araştırmacıları yanıltabileceğini söylüyor:
“Eğer çok fazla düzeltme yaparsak, insanlar veritabanını kullanmayı bırakıyor çünkü rakamların diğer kaynaklarla bağlantısını göremiyorlar,” diyor.
Inklaar ayrıca yalnızca Çin verilerini sorgulamanın adil olmadığını da ekliyor — çünkü pek çok gelişmekte olan ülkenin verilerinde de güven sorunları var.
Ayrıca Inklaar’a göre, Harry Wu’nun bazı varsayımları artık geçerliliğini yitirmiş olabilir.
Wu, sanayi büyümesini tahmin ederken kömür, içki, kumaş gibi 100’den fazla fiziksel ürünün üretim miktarlarını temel alıyor ve bunların büyüme oranlarını, ekonominin değişen yapısına göre ağırlıklandırarak bir endekse dönüştürüyor.
Eğitim, finans, kamu ve sağlık gibi hizmet sektörlerinde ise daha basit bir yaklaşım izliyor:
Bu sektörlerin yalnızca çalışan sayısı kadar büyüdüğünü varsayıyor — yani kişi başına %0 büyüme.
Oysa resmi rakamlar bu alanlarda %5–6 civarında büyüme olduğunu gösteriyor.
Wu’nun yöntemi, resmi veriler için yararlı bir kontrol mekanizması sunuyor.
Ancak Çin sanayisi daha karmaşık hale geldikçe, üretimi fiziksel ölçülerle yakalamak zorlaşıyor.
Ayrıca hizmet sektörü ekonomide daha büyük bir paya sahip olmaya başladı; dolayısıyla Wu’nun “sıfır verim artışı” varsayımı giderek daha belirleyici hale geliyor.
Her ne kadar bu varsayım genel olarak uluslararası normlara uygun olsa da, istisnalar da var.
Inklaar’ın hesaplamalarına göre, Hindistan ve Malezya dahil en az yedi ekonomide kişi başına üretim artışı %2’nin üzerinde gerçekleşmiş durumda.
Sonuç olarak, Çin’in verilerinin ne kadar gerçekçi olduğunu en iyi bilen taraf yine Çin liderliği.
Eğer verilerine güveniyorlarsa, son on yıldaki performanstan memnun olabilirler.
Ama içten içe Harry Wu’nun verilerinin gerçeğe daha yakın olduğuna inanıyorlarsa, yapılacak çok iş var demektir.
TFP’yi artırmanın gerçekten de 1001 yolu var.
Çinli liderler işe belki de istatistiklerini iyileştirerek başlamalı.





