● Post-Keynesyen iktisat, enflasyonu “parasal bir olgu” olarak değil, üretim yapısının, gelir bölüşümünün ve kurumsal güç dengelerinin sonucu olarak görür.
● En yaygın açıklama biçimi, “dağıtım çatışması (conflict inflation)” kuramıdır; ücret–kâr mücadelesinin fiyat dinamiklerini belirlediğini savunur.
● Politika önerileri, faiz oranı manipülasyonu yerine ücret politikası, maliye genişlemesi ve tam istihdam hedefini merkeze alır.
Post-Keynesyen iktisat (PKİ) çevrelerinde enflasyonun doğası üzerine yürütülen tartışma, son dönemde yeniden alevlendi. Lavoie’nin “Post-Keynesian Economics: New Foundations” adlı eserinde yer alan açıklamaların yetersiz bulunduğu eleştirileri, “en iyi PKİ enflasyon kuramı nedir?” sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Uzmanlara göre yanıt, parasal daralma ya da arz şoklarından değil, gelir dağılımındaki güç mücadelesinden geçiyor.
Post-Keynesyenlerin temel iddiası, fiyatların üretim maliyetlerinden ziyade ücret payları ve kâr hedefleri arasında süren politik bir mücadeleyle belirlendiği yönünde. Bu nedenle kuramın içsel değişkenleri ücret oranı, kâr marjı ve üretim düzeyidir; dışsal değişkenleri ise ithalat fiyatları, enerji maliyetleri veya döviz kurları gibi unsurlardır. Enflasyon, bu aktörlerin hedeflenen reel gelir paylarını koruma çabası sırasında ortaya çıkar.
Bu yaklaşımda enflasyon oranı için klasik anlamda bir “çözüm formülü” yoktur; bunun yerine kurumsal müzakere dengesi vardır. Enflasyon, ücret artışı talepleri ile firmaların kâr marjlarını koruma çabasının karşılıklı “çatışma sonucu” olarak görülür. Gözlemlenebilir değişkenler, reel ücret payı, birim emek maliyeti ve sektörel kâr oranlarıdır.
Fiyat istikrarı için öne çıkan politika önerileri, faiz oranı artışına değil, gelir politikalarına dayanır. Post-Keynesyenler, toplu sözleşme süreçlerinin koordinasyonunu, gelirler politikası anlaşmalarını ve özellikle ücret–fiyat rehberliği sistemlerini savunur. Bu yaklaşım, 1970’lerde İngiltere ve Avustralya’da denenmiş; kısmen başarılı sonuçlar vermiştir. Ancak neoliberal dönemde faiz politikasının baskın hale gelmesiyle bu stratejiler geri plana itilmiştir.
Gerçek dünyada bu modelin izleri en belirgin biçimde İskandinav ülkelerinde görülmüştür. İsveç ve Norveç, 1960–1980 arası dönemde sendikalar, işveren birlikleri ve devlet arasındaki gelir paylaşımı uzlaşısını koruyarak hem enflasyonu görece düşük tutmuş hem de tam istihdama yaklaşmıştır. Sonuç, fiyat istikrarını piyasa disipliniyle değil, toplumsal uzlaşıyla sağlamanın mümkün olduğuna dair güçlü bir örnektir.
Bugün Post-Keynesyen yaklaşım yeniden gündeme gelirken, tartışmanın odağı şudur: Para politikasını “nötr” bir araç olarak görmek yerine, kurumsal güç ilişkilerinin yansıması olarak ele almak. Lavoie’nin kitabında “fiyatlama davranışı mikro temelli bir tercih değil, makro düzeyde politik bir süreçtir” tespiti yer alır. Ancak eleştirmenler, bu tespitin uygulama boyutunun eksik kaldığını; özellikle gelir politikalarının koordinasyonu konusunda pratik rehberliğin zayıf olduğunu belirtiyor.
Yine de, para politikasının sınırlarını aşan bir enflasyon tanımı arayanlar için PKİ’nin “dağıtım çatışması” modeli, 2020’ler sonrası dönemde hem enerji geçişi hem de ücret baskılarıyla yeniden önem kazanıyor.







