Giriş (Özet):
Eski merkez bankası başkanı ve finans dünyasının saygın ismi Mark Carney, Kanada Başbakanı olarak Donald Trump’ın sert ticaret politikalarına doğrudan meydan okuyor. 28 Nisan’da yapılması planlanan erken seçim öncesi Carney, hem ekonomideki deneyimini hem de halkla bağ kurma çabalarını ön plana çıkarıyor. Anketler, onu rakibi Pierre Poilievre’in önünde gösteriyor.
Ana Gövde:
Kanada Başbakanı Mark Carney, yakın zamanda katıldığı bir seçim mitinginde yalnızca vatandaşlarına değil, dünyaya da hitap etti:
“Amerikalılarla savaşıyoruz ve savaşacağız.”
Bu sözler, Trump’ın küresel piyasalarda kaosa neden olan yeni gümrük vergileri sonrasında geldi. Carney, kendisini “savaş zamanı lideri” olarak konumlandırarak, Trump’ın Kanada’ya yönelik sert politikalarına karşı sert bir duruş sergiliyor. “The Hinge of Fate” adlı Churchill eserine atıf yaparak şu anı bir dönüm noktası olarak tanımlıyor.
Carney’in savaşçı retoriği seçmenlerde karşılık buluyor. Anketlere göre Liberal Parti, eski lider Justin Trudeau döneminde yaşadığı büyük oy kayıplarının ardından toparlandı ve şu an Carney’in çoğunluğu elde etme ihtimali güçlü.
Carney’in siyasi yükselişi, ekonomi yönetimindeki siciline dayandırılıyor. 2008 küresel finans krizinde Bank of Canada’yı yönetti, daha sonra Brexit sürecinde İngiltere Merkez Bankası’nı. Bu dönemde aldığı önlemler sayesinde Kanada bankacılık sektörü çökmedi ve G7 içinde en iyi performansı gösterdi.
“2008 krizindeki kararları isabetliydi,” diyor eski ABD Hazine Bakanı Hank Paulson.
“Hem liderliğiyle hem ahlaki duruşuyla küresel saygı kazandı.”
Ancak Carney sadece bir teknokrat değil. Kampanya sürecinde Edmonton Oilers ile buz hokeyi oynayarak halkla bağ kurmaya çalışıyor. Harvard ve Oxford yıllarında kaleci olarak hokey oynamış olan Carney, bu yanını öne çıkararak “Davos adamı” imajını yumuşatmayı hedefliyor.
Siyasi rakibi Poilievre ise eski başbakan Stephen Harper’dan destek alıyor. Harper her iki liderle çalıştığını belirterek tercihini açıkça Poilievre’den yana koyuyor.
Carney’in finansal çevrelerle ilişkisi her zaman sorunsuz olmadı. 2011’de JPMorgan CEO’su Jamie Dimon tarafından “Amerikan karşıtı” olmakla eleştirildi. Ancak şimdi Trump’ın ticaret politikalarını frenleyebilecek birkaç kişiden biri olarak gösteriliyor.
Yatırımcı kimliği de Carney’in kampanyasında önemli bir unsur. Brookfield’da sürdürülebilir finans stratejilerini yönetti, 25 milyar dolarlık “geçiş fonu” kurdu. Westinghouse’a yaptığı yatırım ve enerji dönüşümüne dair stratejileriyle kazanç sağladı. Ancak bazı girişimleri başarısız oldu; örneğin Avustralya’nın en büyük kömürlü santralini satın alma girişimi reddedildi.
Öte yandan, seçim kampanyasında ciddi politik pozisyon değişiklikleri dikkat çekiyor. Başbakan olarak ilk icraatlarından biri, Trudeau hükümetinin karbon vergisini kaldırmak oldu. Bu hamleyle hem Poilievre’in eleştirilerini boşa çıkardı hem de enerji politikalarında milli çıkarları önceleyen yeni bir yön belirledi.
Carney artık Kanada’yı “enerji süper gücü” yapma sözü veriyor. Bu söylem, daha önce muhafazakâr Harper dönemine ait bir vizyondu. Bu yön değişikliği, özellikle çevreci kesimler tarafından “fırsatçı” bir dönüş olarak eleştiriliyor.
Sonuç:
Mark Carney, kriz anlarında serinkanlı ve teknik uzmanlığı güçlü bir lider olarak tanınıyor. Ancak şimdi siyasette, halkla güçlü bağlar kurarak sadece teknokrat değil, aynı zamanda popüler bir figür olmaya çalışıyor. Donald Trump’a karşı Kanada’nın duruşunu sertleştiren Carney’in seçimi kazanması durumunda, Kuzey Amerika’da ekonomik ilişkilerde yeni bir dönemin başlayabileceği sinyalini veriyor.
“Batı Kanadı’nda Beyaz Saray’a gönderilecek biri olacaksa, o Carney olur,” diyor eski İngiltere Maliye Bakanı George Osborne.