BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Donald Trump acele ederse, çok daha kötü bir yerde.
Son 20 ayda, Hamas’ın yaklaşık 1.200 kişiyi öldürdüğü saldırının ardından İsrail; Gazze, Lübnan, Suriye ve Yemen’de savaş yürüttü. 13 Haziran’da İsrail uçakları İran’ı vurduğunda, uzun süredir İran’ın vekil güçlerine karşı sürdürülen bu kampanyaların doğrudan İran-İsrail çatışmasına zemin hazırladığı ortaya çıktı.
Bu savaş, 1948–1973 arasındaki Arap-İsrail savaşlarının yaptığı gibi Orta Doğu’yu yeniden şekillendirecek. Başkan Donald Trump şu sıralar İran’la görüşme ile İran’ı bombalamak arasında gidip gelirken, asıl soru şu: Bu ilk İran-İsrail savaşı aynı zamanda sonuncusu mu olacak ve böylece ekonomik kalkınma temelli yeni bir bölgesel düzenin önü mü açılacak? Yoksa bu, onlarca yıl sürebilecek bir dizi İran-İsrail savaşının başlangıcı mı?
İsrail açısından mesele net: Nükleer silaha sahip bir İran tehdidi. İsrail, İran’ın ABD ile yürüttüğü silah müzakerelerinin gölgesinde nükleer bombaya hızla yaklaştığını iddia ederek harekete geçtiğini söylüyor. Batılı istihbarat ajansları ise bu konuda daha az emin. Ne olursa olsun, nükleer bir İran; komşularına karşı cezasız saldırılar düzenleyebilir, tıpkı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya yaptığı gibi. Ayrıca bölgesel ve küresel bir nükleer silahlanma yarışını da tetikleyebilir.
Bu nedenle, nükleer silahlı bir İran hem İsrail hem de dünya için felaket olur. Trump’ın bu hedefe karşı duruşu, diğer ülkelerdeki olası nükleer heveslilere “vazgeçin” mesajı vermesi açısından olumlu.
Ancak Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ciddi bir sorunu var. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için ya İran’ın bomba üretme kapasitesini yok etmeli ya da bu isteği sona erdirmeli. İran’la savaş bunların hiçbirini başarmaya yetmeyebilir. Altyapı yıkılsa da, onlarca yılda kazanılmış bilgi birikimi silinemez. Hatta saldırılar, İran rejiminin nükleer arzusunu daha da artırabilir.
Netanyahu’nun umudu, İran halkının ayağa kalkarak İslam Cumhuriyeti’ni devirmesi. Yeni bir rejimin daha az baskıcı, daha az saldırgan ve nükleer silaha daha az hevesli olacağı beklentisi var. Ancak İsrail, yalnızca bu dönüşüm için uygun koşulları yaratabilir; rejim değişikliğini gökten yağdırarak dayatamaz. Üstelik yeni bir hükümetin İsrail’le barış yapmaya ya da Şah döneminde başlayan nükleer programdan vazgeçmeye ne kadar istekli olacağı belirsiz.
Gerçekte İsrail’in kontrol edebileceği tek şey zaman kazanmak: İran’ın nükleer hedefini teknik olarak geciktirmek. Ancak birkaç yıl sonra İran tekrar programına başlarsa, İsrail’in yeni bir operasyon yapması gerekecek. Bu da her seferinde daha zor hale gelecek.
Ne yapılabilir? Kanada’daki G7 Zirvesi gerilimin düşürülmesi çağrısı yaptı ve İran’ın müzakere etmek istediğine dair haberler var. Diplomasi işe yararsa, hem nükleer programı sökebilir hem de güven inşa ederek İran’ın bomba üretme güdüsünü azaltabilir. Bu nedenle Trump’ın 2018’de eksikliklerine rağmen İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi büyük bir hataydı.
Yine de pratikte bir anlaşmaya varmak çok zor. Güvenilir olması için İran’ın yüksek oranda zenginleştirilmiş tüm uranyumdan vazgeçmesi, sıkı denetimlere izin vermesi ve zenginleştirme faaliyetlerini sembolik düzeyde tutması gerekir. Tahran rejimi böylesine aşağılayıcı şartları kabul eder mi? Belki ancak rejim hayatta kalamayacağını hissederse. Trump da bunu sezmiş olacak ki, İran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep ederek tehditlerini artırdı—bu da Tahran halkının kaçmasına yol açtı.
Şahin kanada göre, İran’a baskı yapmanın en iyi yolu müzakereleri sonraya bırakmak ve ABD’nin sadece İsrail’i savunmakla yetinmeyip İran’ın nükleer programına saldırıya katılması. Bu stratejinin avantajı da var: ABD’nin sığınak delici bombaları, Fordow gibi derin yeraltı tesislerini İsrail’in silahlarından daha iyi vurabilir. Ayrıca İran, ABD’nin kaynaklarının İsrail’den çok daha uzun süre yeteceğini bilerek masaya daha çabuk oturabilir.
Ancak Trump’ın savaşa girmesi büyük bir risk olur. Orta Doğu savaşlarından ABD’yi uzak tutma vaadiyle seçilmişti. Sadece nükleer hedefleri vurmayı planlasa bile, ABD kendini bir girdabın içinde bulabilir. İran şu ana kadar tüm saldırılarını İsrail’e yöneltti ama bölgesel bir saldırı için füzelerini saklıyor olabilir. Ayrıca dünya genelinde uyuyan hücreleri bulunabilir. ABD askerleri veya sivilleri hedef alındığında ya da İran Suudi Arabistan’ın petrol altyapısını vurur veya Hürmüz Boğazı’nı kapatırsa enerji fiyatları fırlayabilir. Ya da İran, Dubai veya Katar’da gökdelenleri hedef alırsa, ekonomilerini ayakta tutan yabancı çalışanlar ülkeyi terk edebilir. Böyle bir durumda Trump, misilleme yapmak zorunda kalır.
Peki Amerika bu işin neresinde kalır? Fordow gibi tesisler önemli ama Trump orayı imha etse bile İran’ın programını tamamen ortadan kaldırdığından emin olamaz. Gizli tesisler ve uranyum stokları kalabilir, bilgi birikimi zaten kaybolmaz. İran’ı nükleerleşmekten alıkoymak için ABD’nin Orta Doğu’da tekrar tekrar savaşa girmesi gerekebilir—bu da Çin ile olan büyük güç rekabetine odaklanmayı engeller. Er ya da geç Amerika’nın da, diplomasinin en az kötü yol olduğunu kabul etmesi gerekecek. Bu noktada Netanyahu’nun müzakerelere kapıyı kapatması ciddi bir engel teşkil ediyor.
Merkezkaç etkiler
Sonuç olarak Trump bir denge arayışı içinde: ABD, İsrail’in tek başına yapabileceğinden daha fazla hasar verebilir ve katılımı rejimin ya müzakereye oturmasını ya da çökmesini hızlandırabilir. Ancak bu getiriler belirsizdir ve bölgesel bir yangın çıkarma riskiyle tartılmalıdır. Bu değişken tabloda, belirsizliklerin efendisi olan Trump için en doğru hamle; İsrail’in ne kadar ilerleyebileceğini görmek, İran rejiminin gerçekten konuşmaya hazır olup olmadığını tartmak ve ABD müdahalesinin dengeleri değiştirip değiştirmeyeceğini hesaplamaktır.
Kaynak: The Economist