BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Sir Keir Starmer bir yıl önce iktidara geldiğinde, İşçi Partisi’nin bakanları bu hükümeti Britanya’nın popülizmi durdurmak için son şansı olarak görüyordu. Ancak siyasi merkezin çöküşü beklenenden çok daha hızlı gerçekleşti. Bugün seçmenlerin yalnızca beşte biri hükümeti destekliyor; Starmer’ın başbakan olarak kişisel desteği dibe vurmuş durumda. 5 Eylül’de yardımcısı Angela Rayner’ın vergi borçları nedeniyle istifası, kabinede büyük bir değişikliğe yol açtı.
Bu boşluğu radikaller dolduruyor. Muhafazakâr Parti dağılmış görünürken, aşırı sağcı Reform UK lideri Nigel Farage partisinin kongresinde 2027’de başbakan olacağını ilan etti. Reform’un sadece dört milletvekili olsa da, bugün bir seçim yapılsa tek başına iktidar ihtimali dile getiriliyor. Aynı şekilde Yeşiller’in yeni lideri Zack Polanski, kendisini “solun Farage’ı” olarak tanıtıyor. Jeremy Corbyn de İşçi Partisi liderliğindeki dört buçuk yıllık hüsranın ardından bu kez yeni bir radikal sol hareketin başında.
Bu tablo yalnızca Britanya’ya özgü değil. 8 Eylül’de Fransa’da merkez hükümet kemer sıkma politikaları yüzünden çöktü. Almanya’da merkez partiler erirken sistem parçalanıyor. Amerika’da da seçmenler MAGA hareketi ile oligark karşıtı sol arasında kutuplaşmış durumda. Farklı olan şu: Starmer hâlâ Avam Kamarası’nda güçlü bir çoğunluğa sahip. Bu gücü kullanıp kullanamayacağı belirleyici olacak.
Seçmen davranışlarına bakıldığında iki önemli dinamik öne çıkıyor. Birincisi, 2016 Brexit referandumuyla hızlanan yaş ve eğitim temelli bölünme. Genç ve eğitimli seçmenler solu, yaşlı emekliler sağ blokları destekliyor. İkincisi, seçmenlerin partileri iki ana blok (sol ve sağ) şeklinde görmesi. Dolayısıyla İşçi Partisi’nden kopanlar solu, Muhafazakârlardan ayrılanlar ise Reform’u tercih ediyor. 2024 seçimlerinde iki büyük parti toplamda %57 oy almıştı. Bugünkü anketlerde bu oran %39’a inmiş durumda—1910’dan bu yana en düşük seviye.
Bu yeni rekabet ortamı, iki partili sistemin durağanlığını kırabilir. Ancak aynı zamanda ülkeyi yönetmeyi de zorlaştırıyor. Zira İngiltere’nin “first-past-the-post” sistemi küçük oy kaymalarının parlamentoda büyük sandalye değişimlerine yol açmasına neden oluyor. Bu da milletvekillerinin koltuk kaygısını artırıyor ve risk almalarını engelliyor. Starmer büyük çoğunluğa sahip olsa da desteğin erimesiyle adeta hareketsiz kalmış görünüyor.
Geçmişte seçimlerin merkezde kazanılması reformcu hükümetler üretmişti. Bugün merkez çökerken uçların sesi yükseliyor. Başbakanlar panikliyor; tabanlarını memnun etmek için kısa vadeli jestlere başvuruyor. Starmer da Farage tehlikesini sürekli gündeme getirerek kendi tabanını konsolide etmeye çalışıyor. Ancak bu tür adımlar stratejik açıdan geri tepebilir. Muhafazakârların Farage’ı geride bırakmak için Avrupa karşıtı siyaseti büyütmesi “sert Brexit”e yol açmış, ülkenin yapısal sorunlarını ağırlaştırmıştı.
Starmer’ın uzun vadeli çıkarı, ülkenin çıkarıyla örtüşüyor: düşük büyümeyi canlandıracak ve halkın öfkesini azaltacak yapısal reformlar. Partide bunun sinyalleri var. Planlama yetkisi “build, baby, build” sloganıyla bilinen Steve Reed’e verildi; Blair çizgisindeki Pat McFadden genç işsizlerin istihdama katılması için görevlendirildi.
Önümüzdeki İşçi Partisi konferansı kritik olacak. Starmer, partisini sola kaydırma baskısıyla karşılaşacak. Sendikalar sosyal harcamalardan kısıntıya karşı çıkıyor. Bazı üst düzey İşçi Partililer, borçlanma ve harcamayı artırmak için bütçe denetim kurumunun yetkilerinin budanmasını savunuyor. Eğer Starmer bu yola saparsa, ülkenin ekonomik durgunluğu derinleşecek.
Sonuç olarak, Starmer’ın önünde tarihî bir sınav var. Merkezin çöküşünü durdurmak için elindeki çoğunluğu kullanıp reformları hayata geçiremezse, hem partisinin hem de Britanya’nın “son şansı” heba edilmiş olacak.