BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Barut Dolu Bir Ev”, Kathryn Bigelow’un Amerika’ya yönelik olası bir nükleer saldırıyı konu alan filmi, bir nükleer krizin yarattığı korku ve belirsizliği işliyor. Kıtalararası balistik bir füze Chicago’ya doğru ilerlemektedir, ancak kimsenin—Kuzey Kore mi, Çin mi, yoksa Rusya mı—ateşlediği hakkında bir fikri yoktur. Amerikan başkanı dakikalar içinde misilleme yapıp yapmayacağına karar vermek zorundadır. Önünde “az pişmiş”, “orta” ve “iyi pişmiş” nükleer seçeneklerden oluşan bir menü vardır; her biri potansiyel olarak dört taraflı bir kıyameti tetikleyebilir.
Bu kurgusal nükleer savaş sisinin yarattığı korku, başında rasyonel bir başkan ve profesyonel bir güvenlik ekibi olsa bile yeterince ürkütücüdür. Peki ya binlerce nükleer silahı tek başına ateşleme yetkisine sahip, dengesiz bir başkan olan Donald Trump’ın başında olduğu gerçek dünya?
29 Ekim’de, Güney Kore’de Çin lideri Şi Cinping ile yapacağı zirveden dakikalar önce Trump, Truth Social üzerinden yaptığı paylaşımda Pentagon’a “derhal nükleer silah testlerine başlanması” talimatını verdiğini duyurdu. Yüzeyde bakıldığında bu, Amerika’nın 1992’den bu yana ilk kez Nevada’da yeraltı nükleer denemelerine yeniden başlayacağı anlamına geliyordu. Ancak paylaşımı o kadar çok hata ve çelişkiyle doluydu ki, bazıları Trump’ın aslında nükleer başlıklardan değil, bunları taşıyan sistemlerden bahsettiğini öne sürdü.
Belirli bir belirsizlik derecesi, nükleer caydırıcılığın her zaman bir parçası olmuştur; örneğin, bir ülkenin hangi koşullarda nükleer silah kullanabileceğini açık bırakmak. Soğuk Savaş stratejisti Thomas Schelling, buna “şansa bırakılmış tehdit” adını vermişti. NATO da “ilk kullanmama” ilkesini reddeder. Rusya’nın nükleer tehditleri de Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı askeri yardımı sınırlamıştır.
Ancak Amerika’nın nükleer politikası hiçbir zaman Trump’ın gümrük vergileri ve diplomasiye yönelik öngörülmez yaklaşımına benzememiştir. Eski Pentagon yetkilisi Eric Edelman, “Kimsenin başkanın ne hakkında konuştuğunu bilmediği” bir ortamda belirsizliğin tehlikeli olduğunu söylüyor. Hele ki dünya, yeni bir nükleer çağa girerken — büyük güç rekabetinin derinleştiği, Rusya’nın tehditlerinin arttığı, Çin’in hızla silahlandığı ve Yeni START anlaşmasının 2026’da sona ermesiyle nükleer kısıtlamaların ortadan kalktığı bir dönemde — bu tehlike daha da büyüyor.
Trump’ın gönderisi, “Amerika’nın diğer tüm ülkelerden daha fazla nükleer silahı var” iddiasıyla başlıyordu. Ancak açık kaynaklı tahminlere göre, Amerika’nın 5.177 nükleer başlığı bulunuyor; Rusya’nın ise 5.459. Trump ayrıca, Çin’in “beş yıl içinde bu seviyeye ulaşacağını” iddia etti; oysa Pentagon, Çin’in 2030’da 1.000, 2035’te 1.500 başlığa ulaşabileceğini öngörüyor.
Trump’ın en kafa karıştırıcı ifadesi ise şuydu:
“Diğer ülkelerin test programları nedeniyle, Savaş Bakanlığı’na nükleer silah testlerine eşit şekilde başlaması talimatını verdim. Bu süreç derhal başlayacak.”
Bu açıklama, eğer nükleer başlıklardan bahsediyorsa, mantıksızdı; zira bu yüzyılda bilinen tek nükleer patlama testi Kuzey Kore’nin 2017’deki denemesiydi. Eğer taşıma sistemlerinden bahsediyorsa, bu da gereksizdi; Amerika zaten düzenli olarak balistik füze denemeleri yapıyor.
Bazı gözlemciler, Trump’ın Rusya’nın düşük güçlü nükleer testlerine dair yeni istihbarat aldığını düşünüyor. Ancak daha olası senaryo, Trump’ın Rusya’nın iki yeni “süper silahı” — nükleer motorlu seyir füzesi Burevestnik ve denizaltıdan fırlatılan Poseidon torpidosu — test etmesine öfkelenmiş, ancak başlık testleriyle füze testleri arasındaki farkı anlamamış olması.
Trump hâlâ kendini açıklamadı. 31 Ekim’de “Amerika testler yapacak” dedi, ama ne tür testler olduğunu belirtmedi: “Yakında öğreneceksiniz.” Ulusal güvenlik bürokrasisi de durumu netleştirmedi. Senato’daki oturumda konuşan General Richard Correll, Trump’ın “muhtemelen füze sistemlerinden” bahsettiğini öne sürdü. Ancak “Savaş Bakanı” Pete Hegseth, “testlere yeniden başlamanın caydırıcılığı güçlendirmek için sorumlu bir adım” olduğunu söyledi ve Pentagon’un “hızla harekete geçeceğini” belirtti.
Trump’ın önünde birkaç seçenek var. En akıllı adım, rakip ülkeler test yapmadığı sürece Amerika’nın da patlayıcı testler yapmayacağını netleştirmesi olurdu, ancak geri adım atması düşük ihtimal. Daha muhtemel olan, rutin bir Minuteman II füze fırlatma testini hızlandırması. Daha riskli adım, düşük güçlü yeraltı testlerine izin vermek olurdu; ancak bu da diplomatik tepkiye değmeyebilir. En tehlikelisi ise Trump’ın kendini, tam ölçekli nükleer testlere ikna etmesi olurdu.
Cumhuriyetçi çevreler de dahil olmak üzere çoğu Amerikan nükleer uzmanı, testlerin yeniden başlamasından en çok Çin’in yararlanacağını söylüyor. Çünkü Çin şimdiye kadar yalnızca 45 test yaptı; Rusya 715, Amerika ise 1.030. ABD’nin ise devasa veri arşivleri ve süper bilgisayarları sayesinde silahlarının güvenilirliğini yıllarca garanti edebileceği düşünülüyor. Ancak yeraltı testlerini yeniden başlatmak yıllar ve Kongre onayı gerektirir.
Trump’ın nükleer belirsizliği iki risk taşıyor:
- Çin ya da Rusya, “Trump bahane verdi” diyerek kendi testlerini yeniden başlatabilir.
 - Amerikalı şahinler, Trump’ın sözlerini bir izin olarak görüp testleri savunabilir.
 
Senatör Tom Cotton, Trump’ın açıklamasına atıfta bulunarak, bu tür testlerin “stokun tamamen hazır olduğunu göstereceğini” ve “kararlılık mesajı vereceğini” savundu.
Ancak Kathryn Bigelow’un Netflix filmindeki başkanın öğrendiği gibi, sadece hazır olmak nükleer felaketi önlemeye yetmez. Çünkü, onun da dediği gibi,
“Hepimiz barut dolu bir ev inşa ettik… ama içinde yaşamaya devam ettik.”






