Dilek İmamoğlu: “Bir cumhurbaşkanı adayını hapse atmakla demokrasi yenilmez”
19 Mart sabahının erken saatlerinde eşim Ekrem İmamoğlu tutuklandığında, Türkiye genelinde milyonlarca kişi benimle aynı duyguyu paylaştı: yalnızca üzüntü değil, aynı zamanda ağır bir adaletsizlik hissi ve büyüyen bir öfke. Yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarda olan mevcut hükümetin yönetiminde, ülke giderek daha otoriter bir yola sürüklenirken birçok insan bu duyguları yaşamak zorunda kaldı.
Günler öncesinden bir şeylerin olacağını sezmiştim. Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde İstanbul’u Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) elinden alan, o tarihten bu yana AKP’yi iki kez daha mağlup etmeyi başaran Ekrem, uzun süredir kamusal hayattan uzaklaştırılması için yürütülen amansız bir çabaya maruz kalmıştı. Ancak son aylarda bu saldırılar daha da acımasız bir hal aldı.
Eşi ve adalet mücadelesinin yol arkadaşı olarak ben, Ekrem’e yönelik her türlü karalama kampanyasında, uydurma davalarda ve kaba itibar suikastı girişimlerinde yanında dimdik durdum. Onun tutuklanması, kendisinin ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından bir sonraki cumhurbaşkanlığı yarışı için aday seçilmesinden sadece birkaç gün önce gerçekleşti. Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem ve ekibi, adaletsiz, eşitsiz ve hukuksuz bir sisteme meydan okudukları için temelsiz suçlamalarla yüz yüze. Bu suçlamalar, niyetleri bu kadar ağır olmasa gülünç bulunabilirdi. Otuz bir yıl önce aldığı üniversite diplomasının aniden geçersiz ilan edilmesi, kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığından men etme amaçlı bir hamleydi.
Ekrem’in tutuklanması ve görevden uzaklaştırılması hem onu hem de halkı sindirmeyi amaçlıyordu. Tersine, Türkiye’nin dört bir yanında insanları harekete geçirdi. İl, yaş, köken veya cinsiyet fark etmeksizin milyonlarca kişi bu anı, ülkenin demokrasisi için bir eşik noktası olarak görüyor. Ekrem’in davası artık daha geniş bir meselenin sembolü: hukukun üstünlüğünün çöküşü, ifade özgürlüğü alanının daralması ve yönetenlerle oylarının yok sayıldığını düşünenler arasındaki uçurumun gitgide büyümesi.
Türkiye bugün, ekonomik, siyasi ve kurumsal alanlarda kesişen krizlerle karşı karşıya. Enflasyon, maaşların değerini eriterek milyonlarca insanı yoksulluğa itiyor. Eğitim sistemi bozuk. En parlak zihinlerimizin bir kısmı ülkeyi terk ediyor.
Yine de bu karanlık atmosfer içinde umut büyüyor. Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan CHP, 2024 yerel seçimlerinden ülkenin en önde gelen partisi olarak çıktı. Seçmenlerin verdiği mesaj açıktı: “Artık yeter.”
Ekrem, Türkiye’nin acilen ihtiyaç duyduğu değişimin sembolü haline geldi ve yaygın görüşe göre bu değişimin motor gücünü temsil ediyor. Masasının başında olsun, demir parmaklıklar ardında olsun, asla yalnız değil. CHP’nin açık ön seçiminde, 15 milyondan fazla insan onu partinin cumhurbaşkanı adayı olarak destekledi. Ekrem, adil biçimde yönetilmek isteyen ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışına hâlâ inanan milyonlarca insanı temsil ediyor. Yasaklara, tutuklamalara ve tehditlere rağmen bu halk iradesi sarsılmadı.
Ben hem eş hem de bir vatandaş olarak asla vazgeçmeyeceğim. Gücümü ve cesaretimi Türkiye’nin dört bir yanındaki kadınlardan—annelerden, profesyonellerden, öğrencilerden, gençlerden, emekçilerden—alıyorum. Korku yerine demokrasi, hukukun üstünlüğü, eşitlik, kapsayıcılık ve birlikte yaşama temeliyle yeniden kurabileceğimiz bir ülkeye inanıyorum.
Önümüzde zorlu bir yol var—hem ülkem hem de ailem için. Ama insanları hapse atarak fikirlerin susturulacağını sananlar aldanıyor. Adalet yasaklanamaz, vicdan tutuklanamaz. Bu ülke, tarihi boyunca karanlık dönemler atlattı ve bu dönemi de demokrasi iradesini koruyarak geride bırakacak. Bunu, cumhuriyetin kurucularına olduğu kadar, daha iyi bir gelecek istediklerini göstermek için sokaklara çıkan her yaştan ve her kesimden insana borçluyuz.
(Kaynak: The Economist’in yayınladığı haberin tam ve ham halidir.)