● Kurumsalcı iktisatçılar, ekonomik büyümenin değil, kurumların kalitesinin demokrasiyi şekillendirdiğini savunuyor.
● Daron Acemoğlu’na göre kalkınmanın motoru, siyasi kapsayıcılık ve hukukun üstünlüğü.
● Ekonomik büyüme demokrasiyi “otomatik” getirmiyor; otoriter rejimler bile büyüyebiliyor.
Son yıllarda küresel tartışmaların merkezinde sıkça şu soru yer alıyor: “Zenginleşen ülkeler neden demokratikleşmiyor?” Daron Acemoğlu, James Robinson, Douglas North gibi kurumsalcı iktisatçılar, bu soruya tek bir yanıt veriyor: Çünkü demokrasi bir ekonomik sonuç değil, siyasi bir tercih.
Acemoğlu’nun çerçevesine göre, bir ülkenin uzun vadeli büyümesi ile demokrasinin gelişimi arasındaki ilişki doğrudan değil, dolaylıdır. Büyüme, ancak güçler ayrılığı, mülkiyet hakları, kapsayıcı kurumlar ve özgür basın gibi siyasi yapılarla desteklendiğinde kalıcı hale gelir. Aksi halde, ekonomik genişleme otoriter rejimleri bile besleyebilir.
Ekonomi büyür, demokrasi değil
Kurumsalcı yaklaşım, kalkınmanın salt sermaye birikimiyle açıklanamayacağını vurgular.
Güney Kore örneğinde olduğu gibi, siyasi dönüşüm olmadan ekonomik büyüme demokrasiyi kendiliğinden doğurmaz.
Çin, Rusya, Vietnam gibi otoriter ama yüksek büyüme oranına sahip ülkeler, bu tezin güncel örnekleri.
Bu ülkelerde kişi başına gelir artarken, siyasal katılım genişlememiş; aksine, devletin ekonomik gücü siyaseti kontrol altına almıştır.
Acemoğlu bu durumu “çıkar gruplarının kurumsal kapma süreci” olarak adlandırır:
“Eğer siyasi kurumlar kapsayıcı değilse, ekonomik başarıyı tekelleştirir ve sistemi içten çürütür.”
Siyasi kurumlar olmadan büyüme sürdürülemez
Kurumsalcılara göre, büyümenin sürdürülebilirliği demokrasinin değil, kurumsal denetim mekanizmalarının gücüne bağlıdır.
Bu nedenle, kısa vadeli büyümeyi hedefleyen otoriter yönetimler uzun vadede yenilikçilik ve üretkenlikte tıkanma yaşar.
Kapsayıcı kurumların olmadığı bir ekonomide sermaye tekelleşir, fırsat eşitsizliği artar, sosyal mobilite zayıflar.
Ekonomik modelin sadece verimlilik ve ihracat üzerinden değil, yönetişim kalitesi ve hesap verebilirlik temelinde ölçülmesi gerektiğini savunan Acemoğlu,
“Demokrasi, büyümenin sonucu değil; onun garantisidir,” diyerek bu döngüyü tersine çevirir.
Türkiye açısından anlamı
Türkiye’de 2000’li yıllarda yaşanan hızlı büyüme süreci, siyasi reformlarla desteklenmediği ölçüde kırılgan hale geldi.
Finansal sermaye girişiyle yükselen gelir düzeyi, kurumsal erozyon ile birlikte sürdürülebilir bir kalkınma hikâyesine dönüşemedi.
Kurumsalcı çerçevede bakıldığında, Türkiye’nin temel sorunu ekonomik değil, kurumsal güven eksikliğidir.
Yani mesele büyüme oranı değil, büyümenin kimin için gerçekleştiğidir.







