BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
MÜZAKERE ÖNCESİ ÇİN VE YUAN’DA SON DURUM
Bu hafta sonu İsviçre’de gerçekleşecek He Lifeng – Scott Bessent zirvesi, ABD-Çin ekonomik geriliminde yeni bir eşik olarak görülüyor. Trump yönetiminin çelik tarifeleriyle %145 seviyelerine çıkardığı ithalat vergileri sonrasında ilk yüz yüze temas, sadece ticaret savaşının seyri için değil, çok kutuplu yeni ekonomik düzenin şekillenmesi açısından da önem taşıyor.
Çin, ticaret savaşının tırmanmasıyla birlikte yedi günlük ters repo oranını 10 baz puan düşürerek %1,5’ten %1,4’e indiriyor.
Merkez bankası ayrıca bankaların rezervlerinde tutması gereken nakit miktarını belirleyen rezerv gereklilik oranını da 50 baz puan düşürecek.
Politika değişiklikleri artan ticaret gerginlikleri ve politika belirsizliği ortasında geldi ve basın toplantısı Pekin’in Çin Başbakan Yardımcısı He Lifeng’in bu hafta sonu İsviçre’de ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ile görüşeceğini teyit etmesinden saatler sonra gerçekleşti.
Toplantı, Başkan Trump’ın geçen ay Çin ithalatına uygulanan tarifeleri %145’e çıkarmasından bu yana iki ülke arasındaki ilk önemli görüşmeleri temsil ediyor.
Ayrıca, PBOC, hükümet destekli bir konut kredi kuruluşu olan ülkenin konut ihtiyat fonu kapsamındaki ipotek oranlarını 25 baz puan düşürecek. Vali, ilk kez ev sahibi olacaklar için beş yıllık kredi faiz oranlarının %2,85’ten %2,6’ya düşürüleceğini söyledi.
Devlet medyası Xinhua’ya göre, daha düşük politika faiz oranları Perşembe günü yürürlüğe girecek ve RRR gevşemesi 15 Mayıs’ta yürürlüğe girecek.
Ayrıca, Çin, finansal düzenleme idaresi başkanı Li Yunze’nin brifingde söylediğine göre, kısa süre içinde duyurulacak olan küçük ve orta ölçekli işletmeleri ve özel sektörü desteklemek için daha fazla önlem hazırlıyor.
Çin, Kur İstikrarını Koruyarak Yeni Teşvik Dalgasına Geçiş Yapıyor – Ticaret Savaşı Döneminde Stratejik Hamleler
Son günlerde Çin’in ekonomi yönetimiyle ilgili dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor. Japonya haricindeki bölgelerde Çin’in adımları daha net görünürken, Pekin yönetimi özellikle kur istikrarına odaklanmış durumda. Komünist Parti’nin başından bu yana açıkladığı temel önceliklerden biri de zaten döviz kurunun istikrarıydı. Bu çerçevede alınan kararlar doğrudan Politbüro’dan geldiği için Merkez Bankası’nın da bu yönde hareket etmesi şaşırtıcı değil. Yani Çin Merkez Bankası’nın bağımsız bir hareket alanı değil, yukarıdan gelen talimatları uygulama sorumluluğu var.
Geçtiğimiz aylarda Çin, kur istikrarını sağlamak için hem doğrudan hem de bankalar aracılığıyla piyasaya sürekli müdahale etti. Bunun temel nedeni ise sermaye çıkış baskısıydı. Bu nedenle uzun süre faiz indirimlerinden ve parasal genişlemeden uzak durdular. Ancak şimdi o çok beklenen “pencere” açıldı.
Bu pencere neydi? Yuan üzerindeki değer kaybı baskısı ortadan kalktı, hatta yuan bir değer kazancı sürecine girdi. Bu, Çin için fırsata dönüştü. Çünkü artık hem kur istikrarı korunabiliyor hem de parasal genişleme adımları atılabiliyor. Nitekim Merkez Bankası ilk faiz indirimlerini devreye aldı ve açık şekilde bunun devam edeceğini ifade etti.
Bu noktada bir başka önemli ayrıntı daha var: Çin’in ihracatında ABD’nin payı artık %10’un altına düşmüş durumda. Yani Çin mallarının %90’ından fazlası ABD dışındaki ülkelere gidiyor. Bunların başında ise Avrupa Birliği ve Güneydoğu Asya ülkeleri geliyor. Bu pazarlarda hem yerel paralar değer kazanıyor hem de dolar karşısında güçleniyor. Fakat Çin yuanı sabit kaldığı için, Çin malları bu ülkeler açısından daha da ucuz hale geliyor. Yani ABD tarifeleri Çin’i zorlarken, diğer pazarlarda Çinli ihracatçılar fiyat avantajı kazanıyor.
Çin bu dönemi ihracatta farklı pazarlara yönelmek için kullanıyor. Örneğin ABD’de kapılar kapanırken, Çinli firmalar Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde reklam harcamalarını artırıyor. Aynı şekilde, Türkiye gibi üçüncü ülkelerde de Çinli şirketlerin pazara agresif şekilde girdiği, fiyat kırdığı ve müşteri kapmaya çalıştığı gözleniyor. Hatta Çinli üreticilerin Türkiye’deki alıcılara doğrudan ulaşıp indirim teklif ettikleri bile dile getiriliyor.
Sonuç olarak, Çin yönetimi döviz kuru üzerindeki baskıdan kurtulunca, hızlıca parasal gevşemeye geçti. Aynı zamanda ihracatta ABD dışındaki pazarlara odaklanarak stratejik bir yön değişikliğine gitti. Bu yönelim, Çin’in dış ticaretteki daralmaya karşı geliştirdiği en pragmatik cevaplardan biri olarak öne çıkıyor.
ABD-Çin Ticaret Gerilimi Yumuşuyor: İsviçre’de En Üst Düzey Temas
Aylar süren belirsizlik, karşılıklı suçlamalar ve yalanlamaların ardından ABD ve Çin nihayet en üst düzeyde doğrudan temas kuruyor. Çin Başbakan Yardımcısı He Lifeng ile ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, bu hafta sonu İsviçre’de yüz yüze görüşecek. Bu buluşma, iki ülke arasında artan ticaret gerilimini azaltma yönünde son dönemde atılan en somut adım olarak görülüyor.
Aylar boyunca Çinli yetkililer, kamuoyuna “görüşme yok” mesajı verse de arka planda alt düzey teknik heyetlerin sürekli irtibatta olduğu biliniyordu. Ancak bugüne kadar bu görüşmelerin esas meselelerin çözümüne ne kadar nüfuz ettiği, tarafların temel prensiplerde uzlaşıp uzlaşmadığı net değildi. Bu nedenle İsviçre’deki zirve, sembolik olduğu kadar stratejik öneme de sahip.
He Lifeng’in Rolü Kritik
Çin tarafında masaya oturacak olan He Lifeng sıradan bir isim değil. Çin ekonomisinin gerçek dümenindeki kişi olarak bilinen He, aynı zamanda Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu’nun (NDRC) eski başkanı. Bu kurum, Çin’in 5–10 yıllık ekonomik planlarını yapan, yatırımların yönünü belirleyen, hangi sektörlerin destekleneceğine karar veren ve kamu-özel yatırımları yönlendiren merkezi bir otorite. Son Komünist Parti Kongresi’nde Politbüro’ya yükseltilen He, aynı zamanda başbakanın yardımcısı ve ekonomik kararların uygulanmasında en etkili figürlerden biri.
Sinyaller Olumlu, Ama İyimserlik Sınırlı
Uzmanlara göre, Bessent–He görüşmesi Washington ile Pekin arasındaki en kötü dönemin geride kaldığının işareti olabilir. Bu olumlu bir gelişme. Ancak tarafların sorunlarını gerçekten çözebilmesi hâlâ oldukça zor. Ticaret savaşı iki taraf için de sürdürülemez hale gelmiş durumda. Hem Çinli fabrikalar hem de Amerikan şirketleri büyük zarar görüyor.
Son haftalarda Ford, AMD ve diğer birçok büyük Amerikan şirketi Çin operasyonlarında küçülmeye giderken, Çinli üreticiler ise ihracat siparişlerinin düşmesiyle darboğazda. Hatta ünlü oyuncak üreticisi Mattel bile bu süreçten ciddi şekilde etkilenmiş durumda.
Çin’den Sessiz Muafiyetler
Bu süreçte dikkat çeken bir diğer gelişme de Çin’in pragmatik yaklaşımı oldu. Çinli yetkililer, hem yerli hem de yabancı firmalara hangi ürünlerin elzem olduğunu sordu ve bazı kritik ithalat kalemlerine sessiz sedasız muafiyetler getirdi. Özellikle ilaç ve kimya ürünlerinde, hatta uçak motoru gibi stratejik parçalar için ithalat serbestisi tanındığı, ancak bu muafiyetlerin çoğu zaman kamuoyuna duyurulmadığı belirtiliyor. Reuters ve Bloomberg’e konuşan kaynaklar, Çin’in bu ürünler için sessizce “yeşil ışık” yaktığını ifade ediyor.
Beklentiler: Gerilim Azalır mı?
Görüşmeden büyük bir ticaret anlaşması çıkması beklenmese de, iki ülkenin daha fazla zarar görmemesi için karşılıklı bazı tarifelerin askıya alınabileceği veya dar kapsamlı geçici mutabakatlar sağlanabileceği konuşuluyor.
Uzmanlar, bu görüşmenin kendisinin bile piyasalarda bir “iyimserlik fiyatlaması” yaratabileceğini, ancak yapısal sorunların hâlâ masada durduğunu ve uzun vadeli çözüm için çok daha kapsamlı ve politik düzeyde adımlar gerektiğini belirtiyor.
Çin’den Üretim Çıkıyor mu? Amerika, Çinleşiyor mu?
Amerika’nın Çin’e karşı uyguladığı tarifeler ve baskılar, küresel üretim zincirlerinde yeniden yapılanma sürecini hızlandırmış gibi görünüyor. Peki gerçekten Çin’den büyük bir üretim göçü mü yaşanıyor? Ya da bu süreç Çin’i mi dönüştürüyor, yoksa tüm dünyayı mı?
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Çin karşıtlığı konusunda Amerika’nın yanında en net pozisyon alan ülke Hindistan. Ancak birçok ülke, Çin ile ilişkilerini tamamen koparmadan, oradaki üretimi kendi ülkelerine çekmeye çalışıyor. Bu ülkeler arasında Vietnam, Endonezya, Tayland gibi Güneydoğu Asya ülkeleri dikkat çekiyor. Japonya ise açık şekilde “Amerika bizim müttefikimiz ama Çin de bizim ortağımız” diyerek denge politikası izliyor. Yani herkes, Çin’le tamamen zıtlaşmadan yatırım çekmeye çalışıyor.
Amerika’daki bazı çevrelerin savunduğu gibi, üretimin büyük oranda ABD’ye dönmesi ise pek gerçekçi görünmüyor. Çünkü ABD ekonomisi, ucuz ve geniş ölçekli iş gücüne uygun bir yapıya sahip değil. Evet, Çin’den bir çıkış var ama bu çıkış, Amerika’ya dönüşten ziyade başka gelişmekte olan ülkelere yöneliyor. Fakat bu göçün Çin’in sanayi gücünü temelinden sarsacak düzeyde olduğu da söylenemez.
Çin, zaten 2008 küresel krizinden sonra düşük katma değerli üretimi ülkenin iç kesimlerine kaydırmaya ya da tamamen yurt dışına göndermeye başlamıştı. Özellikle Guangzhou, Shenzhen ve Hong Kong gibi bölgelerdeki düşük nitelikli iş gücü yoğun sektörler — örneğin taşlama, düğme, fermuar gibi üretimler — bilinçli şekilde Bangladeş, Vietnam ve Endonezya’ya kaydırıldı. Çin bu süreçte şirketlere teşvik bile verdi. Yani çıkış, aslında kendi kontrolünde başladı.
Bugün geldiğimiz noktada Çin, artık ucuz iş gücü ülkesi değil. Güneydoğu Asya ülkeleriyle karşılaştırıldığında, Çin’deki üretim maliyetleri oldukça yüksek. Bu nedenle düşük kâr marjlı sektörlerde çıkış devam ediyor. Ama asıl kritik soru şu: Çin’in katma değeri elinde kalacak mı, yoksa o da mı kayacak?
Bu sorunun yanıtı, Çin’in ekonomik dönüşüm iradesinde saklı. Çin, dış ticarete dayalı eski büyüme modelini terk ederek iç tüketime yönelmek istiyor. Yıllardır bu modelden kaçınan Çin yönetimi, şimdi Amerika’nın uyguladığı baskı ve tarifeler nedeniyle bu dönüşüme zorlanıyor. Özellikle yaşlanan nüfus, artan üretim maliyetleri ve robotlaşma bu tercihi zorunlu kılıyor.
Çin’in iç tüketim oranı şu anda %50’ler civarında. Eğer bunu %65 seviyelerine çıkarabilirse — ki bu, gelişmiş ülke normudur — 20 trilyon dolarlık ekonomisi içinde 10–12 trilyon dolarlık dev bir iç pazar oluşabilir. Bu da yalnızca Çin için değil, Avrupa ve dünya ekonomisi için de büyük bir fırsat yaratır.
Öte yandan, dünyada da ilginç bir eğilim gözleniyor. Çin, tüketime yönelerek “Amerikalılaşırken”, dünya da üretimi ve stratejik sektörleri devlet eliyle yönlendirmeye çalışarak “Çinleşiyor.” Devlet kapitalizmi, bugün Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası büyüme modelinden, Almanya’nın sanayi politikalarına kadar birçok örnekle zaten vardı. Bugünse Çin modeli, giderek daha fazla ülke için kaçınılmaz bir rota haline geliyor.
Sonuç olarak, Çin’den bir üretim çıkışı var ama bu göçün yapısı sınırlı ve kontrollü. Çin’in katma değerli üretimi elinde tutma stratejisi devam ediyor. Aynı zamanda iç tüketime yönelerek ekonomik yapısını yeniden kurguluyor. Bu, belki de ticaret savaşlarının Çin için doğurduğu en büyük “hayır” olabilir.