BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Çin’de değişim öylesine hızlıdır ki bir ya da iki yıl aradan sonra ülkeye dönenler adeta bambaşka bir yerle karşılaşır.” Yeni otoyollar, yeni tren hatları, yeni binalar, hatta bazen baştan sona inşa edilmiş yeni şehirler… Bu, hem baş döndürücü hem de heyecan verici bir deneyim olabilir. Sosyal açıdan da aynı ölçüde sarsıcıdır; yüz milyonlarca insan kısa sürede kırsaldan kentlere göç etmiştir.
Artık öyle değil. Dört yıl aradan sonra Çin’e dönen muhabirimiz, her şeyin ne kadar tanıdık göründüğüne şaşırıyor. Bunun nedeni kısmen ülkenin ekonomik olgunluğa ulaşmış olması. Büyüme yavaşladı, dolayısıyla Çin’in görünümü daha yerleşik bir hâl aldı. Büyük şehir merkezleri büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Evet, hâlâ hızlı tren hatları, metro hatları, havaalanı terminalleri ekleniyor ama bunlar toplam yapı karşısında küçük kalıyor. Ülkenin ana arterleri yıllardır yerli yerinde.
Çin yollarındaki araç filosu şimdi çok farklı; şık ekranlarla ve masaj koltuklarıyla donatılmış yerli elektrikli araçlar yabancı markaları saf dışı bırakıyor. Ama trafik sıkışıklıkları hâlâ aynı. Bir zamanlar devrim niteliğinde olan mobil ödemeler, uygulama temelli ekonomi, skuterli kuryeler artık on yılın gündelik hayat gerçeği. Enflasyonun çok düşük olması da fiyatların uzun süredir değişmediği hissini veriyor.
Çin’in yeni istikrarı siyasete de yansıyor. 1980’lerden itibaren her on yıl yeni liderler, kendine özgü tarzlar ve farklı öncelikler getirmişti. Artık değil. Xi Jinping 2012’de Komünist Parti’nin başına geçti ve çoğu kişi onun yıllarca orada kalacağını düşünüyor. “İlk amacımızı unutmayın, görevimize sıkı sıkıya sarılın” gibi sloganlarla dolu posterler her yerde. Xi’nin konuşma ve yazılarından derlenen “Çin’in Yönetimi” serisi beşinci cilde ulaştı. Bir zamanlar rahatsız edici görünen gözetim kameralarıyla dolu direkler bile artık göze batmıyor.
Yine de bu yüzeysel durağanlığın altında daha derin dönüşümler hız kazanıyor. En belirgini Çin’in jeopolitik konumu. Yıllarca yükselen ama ihtiyatlı bir güç olan Çin, özellikle Amerika’yı tahrik etmekten kaçınırdı. Bu yaklaşım tamamen terk edildi. Çin çevresindeki denizlerde devasa askeri tesisler ve görkemli tatbikatlar artık olağan. Xi Jinping’in “Doğu yükseliyor, Batı çöküyor” sözleri sık sık tekrarlanıyor.
Batı’da bazıları, Çin’in aslında otokratik bir blok—Kuzey Kore, Rusya ve İran gibi ülkeler—içinde yer aldığına kendini inandırıyor. Oysa Çin zaten bölgesel bir güç. Bu ay başında ev sahipliği yaptığı Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısına katılan komşularına bakmak yeterli. Üstelik Başkan Donald Trump ülke ülke baskı yaparken, Çin’in kendini “dünyada denge sağlayan güç” olarak sunması, Amerika’nın baskıcı tavrına karşı bir alternatif iddiası hiç de gerçek dışı görünmüyor.
Çin’in özgüveni, yenilikçilikte kaydettiği ilerlemelerden kaynaklanıyor. Xi, 1980’lerde başlayan teknolojik özerklik hedefini hızlandırdı. Bugün bunun meyveleri toplanıyor. Elektrikli araçlardan biyoteknolojiye Çinli şirketler dünya liderleri arasına girdi. Hâlâ havacılık gibi kritik sektörlerde hedeflerin gerisinde olsa da, ekonominin hemen her ileri alanında eğilim, daha güçlü yerli kapasiteye ve dış baskıya karşı daha fazla dayanıklılığa doğru.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Amerika’nın Çin’e yüksek teknoloji ürünleri ihracatını engelleme ihtimali çok ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Bu kez Çinli yetkililer, yabancı yarı iletkenlere kusursuz olmasa da iyi ikameler bulduklarını biliyor. Ayrıca Çin’in sanayi gücü Amerika’ya karşı önemli bir koz veriyor.
Öte yandan, ekonomik yavaşlamayla birlikte toplumda tavırlar değişiyor. Hızlı büyüme dönemlerinde refah artışı gözle görülürdü. Şimdi bunun tersine dönmeye başladığı hissediliyor. Aileler çocuklarının ne iş bulacağından çok, istikrarlı bir iş bulup bulamayacağını dert ediyor. Ücretlerin duraklaması, gayrimenkul fiyatlarının düşmesi gibi nedenlerle insanlar harcamalarını kısmaya başladı.
Ama tümü karamsar değil. Çin’in en önemli yazarlarından Yu Hua, ülkenin Mao döneminden moderniteye dönüşümünü “politikadan paraya, bir uçtan diğerine savrulma” diye tanımlamıştı. Bugünkü ekonomik yavaşlama belki de aşırılıkların sonuna işaret ediyor. İnsanların hobilere vakit ayırdığı, spora yöneldiği, maneviyatı keşfettiği ve hayatın sadece parayla yönetilmediği daha dengeli bir döneme geçiş olabilir—tabii siyasetle ilgili her şeyden uzak durdukları sürece.
Devlet İşleri ve Chaguan’ın Dönüşü
“Chaguan” adı verilen bu köşe, Çin’den yazılıyor. Adı “çayhane” anlamına geliyor; çünkü eski Çin çayhaneleri gibi ülke içindeki tartışmaları ve fikir alışverişini yansıtmayı amaçlıyor. Pek çok kişi için ayrıca 1956’da Lao She’nin yazdığı Çayhane oyununu çağrıştırıyor. Orada çayhane sahibi müşterilere şu uyarıyı asmıştı: “Devlet işlerinden konuşmayın.” Bu, resmi denetimden kaçınmak içindi; bugün hâlâ geçerliliğini koruyan karanlık bir gerçeklik.
Ama bu köşenin temel inancı farklı: Çin ve onun meseleleri hakkında meraklı, açık ve titiz bir incelemenin her zamankinden daha önemli olduğu. Bir yılı aşkın aradan sonra, gerekli vizenin çıkmasıyla birlikte The Economist Çin’i yeniden ele alıyor. Elit siyasetten popüler kültüre, iş dünyasından ekonomiye uzanan konuları işleyecek. Çin gazeteciler için kolay bir yer değil. Ama bu, bizi durdurmayacak.