BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Yedi yıl önce, Amerika’nın Çin’le ticaret savaşı yeni yeni başlarken, Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı alışılmadık bir şey yaptı. Normalde yalnızca Çin’in başarılarını öven haberler yayımlayan resmî gazetesi, bu kez üç ay boyunca ülkenin zayıf noktalarını ayrıntılı biçimde ele alan 35 makalelik bir dizi yayımladı. Her biri, ekonominin işleyişi için kritik önemde olup Çin’in üretemediği ve bu yüzden ithalata bağımlı kaldığı belirli bir “darboğaz teknolojiyi” inceliyordu.
Bu seri, “Bizi boğan şey nedir?” başlığını taşıyordu ve Çin için dikkate değer bir öz eleştiri örneğiydi. Aynı zamanda, o dönem Pekin dışında pek fark edilmeyen bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Çin, ticaret savaşının yalnızca gümrük tarifeleriyle değil, ekonomik kırılganlıklarla da ilgili olduğunu fark etmişti. Kendi zayıflıklarını tespit etti, ardından da Amerika’nınkileri analiz etmeye başladı. Aradan yedi yıl geçti ve bu öngörü bugün meyvesini veriyor.
Donald Trump’ın, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile gelecek hafta Güney Kore’de görüşmesi bekleniyor — bu, Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünden sonraki ilk yüz yüze temas olacak. Kısa bir süre öncesine kadar bu görüşmenin yumuşak geçmesi, yazdan bu yana süren tarife ateşkesini pekiştirmesi ve gelecek yıl için daha kapsamlı bir ticaret anlaşmasının önünü açması bekleniyordu.
Ancak iki hafta önce, hem Trump’ı hem de hemen herkesi şaşırtan bir gelişme yaşandı: Çin şimdiye kadarki en sert ihracat kontrollerini ilan etti ve Amerikan tedarik zincirlerini sekteye uğratma gücü kazandı. Bunun ardından Trump’ın öfkeyle karşı hamle tehdidinde bulunmasıyla çirkin bir suçlama savaşı başladı. Çinli yetkililer bunun yalnızca Amerikan kışkırtmalarına bir yanıt olduğunu söylerken, Trump yönetimi Çin’i küresel ekonomide kaos yaratmakla suçladı.
Gerçekte ise Çin’in bu özgüveni şaşırtıcı bir gerçeği yansıtıyor:
Ticaret savaşını kazanan taraf şu anda Çin.
Pekin, Amerika’nın ekonomik baskı yöntemlerinden esinlenerek ama onlardan daha etkili hale getirerek kendi ekonomik zorlama araçlarını geliştirdi. Üçüncü ülkeleri Amerika’dan uzak durmaya ikna ediyor ve bu sayede Şi Cinping’in iç politikadaki konumunu da güçlendiriyor. Ancak ticaret savaşlarında zaferler ne mutlak ne de kalıcıdır. Çin, avantajını fazla zorlaması hâlinde bu başarının kendi aleyhine dönmesinden kaçınmak zorunda.
Trump’ın 2018’deki ilk küçük tarife paketinden bu yana Çinli yetkililer aynı sözü tekrarlıyor:
“Savaşmak istiyorsanız sonuna kadar savaşırız. Konuşmak istiyorsanız kapımız her zaman açık.”
Fakat uygulamada Çin’in önceliği artık konuşmaktan savaşa doğru açıkça kaymış durumda.
Darboğazın kalbinde: Holmium
Konuşmaların bir yere kadar işe yaradığını deneyimlediler: Trump’ın ilk döneminde müzakere edilen ticaret anlaşması en başından itibaren gerçekçi değildi. Üstelik hem Trump hem de Biden dönemlerinde Amerika, Çin’e yönelik ihracat kısıtlamalarını sürekli sıkılaştırdı. Çin, bunun barış niyetiyle bağdaşmadığı sonucuna vardı. Ayrıca Şi yönetimi, Trump’ın ilgiye değil baskıya daha fazla tepki verdiğine inanıyor.
Eğer mücadele sadece tarifelerle sınırlı olsaydı, Çin bu savaşı kaybedebilirdi. 2024’te Amerika, Çin’e 140 milyar dolar değerinde mal ihraç etti; Çin ise Amerika’ya 440 milyar dolar gönderdi. Bu, Amerika’nın üç kat daha fazla hedefe sahip olduğu anlamına geliyor. Ancak Çin başka yollarla savaşmayı öğrendi.
Çin’in siyasi sistemi yetkililerine çok daha fazla müdahale aracı sağlıyor. Örneğin, yakın zamana kadar Amerika’dan yaptığı en büyük ithalat kalemi olan soya fasulyesinde, hükümet Çinli alıcıları tüm siparişleri başka ülkelere —özellikle Brezilya ve Arjantin’e— kaydırmaya yönlendirmiş görünüyor. Böylece Amerikan mahsulleri tarlada çürümeye bırakıldı. Trump buna “ekonomik düşmanlık eylemi” diyor. Ayrıca, Google, DuPont, Nvidia ve Qualcomm gibi büyük Amerikan şirketlerine yönelik rekabet soruşturmaları da son bir yılda hızla arttı.
Ancak Çin’in en etkili silahı, Amerika’nın kendi ihracat kontrollerini taklit etmesi oldu. Bunun çarpıcı bir örneği, Biden yönetiminin son günlerinde yaşandı. Amerika, Çin’e yönelik yeni çip ihracat kısıtlamalarını açıkladıktan sadece 24 saat sonra, Çin, Amerika’ya yönelik galyum, germanyum ve antimon ihracatını yasakladı — bunların üçü de yüksek teknoloji üretiminde kullanılıyor. Eğer Trump o dönemde dikkatli olsaydı, bu olayı açık bir uyarı olarak görebilirdi.
Gadolinyum şoku
Nisan ayında Trump “Kurtuluş Günü” adını verdiği bir açıklamayla sert yeni tarifeleri yürürlüğe koyunca, Çin ve Amerika arasında neredeyse komik bir misilleme savaşı başladı; iki ülke de birbirlerinin ürünlerine %100’ü aşan vergiler uygulamaya başladı. Bu tırmanma manşetlere taşındı, ancak uzun vadede çok daha önemli olan şey Çin’in aldığı stratejik karardı: silah, otomobil ve elektroniklerde kullanılan yedi nadir toprak elementi ve bunlara ait mıknatısların ihracatını sınırlamak.
Artık bu ürünleri ihraç etmek isteyen firmalar özel lisans almak zorundaydı ve Amerikan alıcılar fiilen devre dışı bırakıldı. Pekin’deki Uluslararası İş ve Ekonomi Üniversitesi’nden Tu Xinquan, “Artık ABD’nin bize vurmasına izin vermeyeceğiz ve karşılık verecek güce sahip olduğumuza inanıyoruz” diyor.

Çin, Amerika’da ciddi acıya yol açan bir darboğazı tespit etmişti. Nadir toprak elementleri, neredeyse her yüksek teknoloji ürününde yer alıyor. Jeolojik olarak yaygın olsalar da, madencilikte Çin lider, arıtmada ise neredeyse tam bir tekel konumunda (grafiğe bakınız). Çin dışındaki stoklar azaldıkça, şirketler üretim hatlarının yakında durma noktasına geleceği konusunda uyarılarda bulundu. Amerika geri adım attı: Çin mallarına uyguladığı tarifeleri %30’a indirmeyi kabul etti ve bu 90 günlük ateşkes daha sonra uzatıldı. Çin de Amerikan mallarına uyguladığı tarifeleri %10’a düşürdü ve nadir toprak ihracatını yeniden serbest bıraktı.
Son birkaç hafta içinde ise düşmanlıklar yeniden alevlendi. Eylül sonunda, Amerika’nın yaptırım ofisi kara listeyi genişleterek yasaklı şirketlerin çoğunluk hissesine sahip tüm iştiraklerini de kapsadı. Amerikan yetkililer bunun sadece bir “boşluğu kapatma” hamlesi olduğunu söylese de, Çin bu adımı binlerce şirketi etkilediği için büyük bir tırmanma olarak gördü. Ayrıca Amerika, Çin’in itirazlarına rağmen, Çin yapımı gemilere Amerikan limanlarında yeni ücretler getirme planını da sürdürüyordu.
9 Ekim’de Çin, ihracat kontrollerini yeni bir seviyeye taşıdı: neredeyse tüm nadir toprak elementleri, bunların üretim teknolojileri ve lityum-iyon piller için küresel bir lisanslama sistemi kurdu. Bu sistem sıkı bir şekilde uygulanırsa, Çin sınırları dışında hangi yüksek teknoloji ürünlerinin, kimler tarafından üretileceğini neredeyse dikte edebilir. ABD-Çin İş Konseyi’nden Sean Stein, Çin’in aslında Amerika’yı “trolleme” stratejisi izlediğini söylüyor. Amerika’nın yarı iletken ihracat kısıtlamaları, Çin’in 14 nanometreden küçük çip üretmesini engellemek için tasarlanmıştı. Çin’in yeni nadir toprak kısıtlamaları ise, bu tür çiplerde kullanılacak nadir toprak ihracatına ek denetim getiriyor. “Mesaj net: Sıra bizde, karşılık zamanı geldi” diyor Stein.
Bu ihracat kontrollerini Çin için bu kadar güçlü kılan şey, endüstriyel ağırlığı. Çin’in üretim çıktısı, küresel toplamın %35’i — Amerika’nın üç katı ve sonraki sekiz ülkenin toplamından fazla. 2000’lerin başına kadar Çinli üreticiler, Amerikan üreticilerinden daha fazla Amerikan girdilerine bağımlıydı. Ancak 2020’ye gelindiğinde tablo tersine döndü: Ticaret ekonomisti Richard Baldwin’e göre, Amerikan üreticileri artık Çinli üreticilere göre üç kat daha bağımlı.
Bugün Amerika yalnızca birkaç kritik alanda üstünlüğünü koruyor ve bunların en önemlisi yüksek seviye yarı iletkenler. Ancak Çin bu alana devasa yatırımlar yapıyor ve ilerleme kaydediyor; böylece Amerika’nın kontrollerinin etkisi giderek azalıyor. Nadir topraklarda ise durum tam tersi: Amerika’nın yalnızca bir aktif madeni var ve neredeyse hiç arıtma kapasitesi yok. 20 Ekim’de Avustralya ile imzalanan 3 milyar dolarlık ortaklık anlaşması bunu değiştirmeyi hedefliyor, ancak yeni maden ve işleme tesislerinin faaliyete geçmesi beş yılı bulabilir. Çinli araştırma firması Hutong Research’ten Feng Chucheng, “Bu durumu Çin, kısa vadeli bir stratejik asimetri avantajı olarak görüyor” diyor.
Kısacası, Amerika’nın çip kısıtlamaları Çin için baş ağrısı yaratıyor; ama Çin’in nadir toprak kontrolleri Amerika’yı felç etme potansiyeli taşıyor.
Bu kadar büyük bir güç, aynı zamanda büyük riskler getiriyor. Çin’in fazla ileri gittiği iddiası kolayca savunulabilir. Çünkü yeni lisanslama rejimi yalnızca Amerika’yı değil, tüm dünyayı kapsıyor. Bu da üçüncü ülkeleri endişelendirdi. Eylül itibarıyla Çin, 141 Avrupa lisans başvurusundan yalnızca 19’unu onaylamıştı — görünüşe göre kasıtlı bir sıkıştırma. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, diğer ülkeleri Çin’in nadir toprak hakimiyetini kırmak için bir araya getirmeye çalıştıklarını söylüyor.
Çin ise Trump yönetiminin bu çabada fazla ilerleme kaydedemeyeceğine inanıyor. Çünkü Amerika’nın Avustralya, Kanada, Avrupa ve Hindistan’la koordinasyon girişimleri, aylarca süren gümrük vergisi saldırılarından sonra samimi görünmüyor. Fudan Üniversitesi’nden Wu Xinbo, “Bazı ülkeler, Amerikan baskısı yüzünden onun talimatlarını izledi,” diyor. “Ama konu Çin olduğunda gelecekte daha temkinli olacaklardır.” Bu tutumun erken bir testi, Çinli bir şirkete ait olan ama Hollanda merkezli Nexperia adlı çip üreticisinin kontrolü üzerindeki anlaşmazlık olacak. Çin’in nihai hedefi, ülkelerin kendisine karşı çıkmaktan Amerika’ya karşı çıkmak kadar çekinir hale gelmesi.
Bu politikanın dozunu ayarlamak zor. Fazla agresif davranmak hem tepki yaratabilir hem de Çinli ihracatçılara zarar verebilir. Zaten G7 ülkeleri, Çin’e alternatif kritik malzeme tedarik zincirleri kurmak için plan hazırlıyor. Yine de Çin bu çabalardan pek ürkmüyor. Daha 2023’te G7, Çin’in nadir toprak hakimiyetini azaltmak için “beş maddelik plan” açıklamıştı ama somut bir sonuç elde edemedi.
Çin’in lisans vermekte gecikmesinin bir kısmı, sıfırdan karmaşık bir sistem kurmanın zorluklarından kaynaklanıyor. Ancak bürokratlar aynı zamanda kullanıcılar hakkında ayrıntılı bilgi talep ediyor. Bazı yabancı alıcılardan, savunma sanayiiyle bağlantıları olmadığını kanıtlamak için fabrikalarının fotoğraflarını yüklemeleri istenmiş durumda.
Bu sistem, yazıldığı biçimiyle uygulanırsa, küresel ticaret kurallarına ağır bir yük getirecek. Amerika’nın ihracat kontrol sistemi, şirketleri “suçu kanıtlanana kadar masum” kabul ediyor. Çin’inkinde ise her şirket masumiyetini kanıtlamak zorunda. RAND Corporation’dan Gerard DiPippo, “Eğer Çin’in kontrollerini kelimenin tam anlamıyla okursanız, bunlar Amerika’nın bugüne kadar yaptıklarının katbekat ötesinde,” diyor.
Güney Kore’deki zirve öncesinde Amerikalı yetkililer, Çin’den bu lisanslama sistemini tamamen kaldırmasını istedi. Ancak Çin’in bunu büyük bir gösterişle yeni başlatmışken geri çekmesi pek olası değil. Bunun yerine, eleştirileri yatıştırmak için bazı büyük muafiyetler tanıyabilir.
Fakat Çin geri adım atsa bile, Amerikan ekonomisine ciddi zarar verebileceğini kanıtladı. Yeni ihracat kontrollerinin çarpıcı yönlerinden biri, lityum-iyon pillerin de kapsama alınması — bunlar hem elektrikli araçlar hem de enerji şebekeleri için hayati önemde. Çin, endüstriyel gücünü “silaha dönüştürmek” isterse, nadir topraklarla sınırlı kalmayabilir.
Ticaret savaşındaki bu başarı, Çin Komünist Partisi’nin iç meşruiyetini de güçlendiriyor. Trump yönetimi, Çin’e uyguladığı tarifeleri, Çin ekonomisinin kötü durumda olduğu ve dış baskı altında “merhamet dileyeceği” varsayımına dayandırmıştı. Bu ay Hazine Bakanı Bessent, Çin’in ihracat kontrollerine yönelmesini “ekonomisinin zayıflığının göstergesi” olarak niteledi. Hem o hem de Trump, Çin’in ya şimdiden bir durgunlukta olduğunu ya da geri adım atmazsa yakında bu noktaya geleceğini öne sürdüler.
Ama yanılıyorlar. Çin ekonomisi, her ne kadar emlak çöküşü ve deflasyon ile boğuşsa da, hâlâ canlı alanlara sahip. Tıpkı Amerika gibi, yapay zekâ alanında bir yatırım patlaması yaşanıyor. En büyük 300 Çinli hisseyi izleyen endeks bu yıl neredeyse %20 yükseldi — bu da 2018’deki ticaret savaşının başındaki düşüşün tam tersi. Elbette ekonomi borsadan ibaret değil, ama bu tablo derin bir resesyon iddialarını boşa çıkarıyor.
Daha temelde ise, ticaret savaşının bugüne kadarki seyri, Şi Cinping’in Çin’in savunmasını güçlendirme ve Amerika’ya karşı taarruz kabiliyetini artırma takıntısını doğruluyor. Brookings Institution’dan Jon Czin, “Artık müzakerelere koşan taraf Şi değil, hamle yapan taraf o. Amerika ise yetişmeye çalışıyor,” diyor. “Artık kontrol Trump’ta değil gibi görünüyor — bu da Çin’in tam olarak istediği şey. Şi oyunu yönlendiriyor.”
Şi Cinping’e yönelik yaygın eleştirilerden biri, ekonomiyi zayıflattığı yönünde. Özel sektör, onun devletçi politikalarından ve finans, gayrimenkul, teknoloji gibi alanlardaki baskılardan rahatsız. Ancak Amerika’nın ekonomik zorbalığına karşı durmak, görünen o ki halk arasında son derece popüler. Sosyal medyada milliyetçi paylaşımlar ve kısa videolar hızla çoğalıyor. Hükümet yanlısı ünlü blogger Ren Yi, bu ruh halini yansıtan bir yazısında şöyle dedi:
“Açık gözlü gözlemciler, Amerika’nın elindeki hemen her kartı oynadığını ve hepsini birden masaya vurmak için sabırsızlandığını biliyor. Ama Çin daha yeni oynamaya başladı ve elindekileri göstermeye hiç niyetli değil.”
Peki Çin için bir zafer neye benzeyebilir? Dikkatli ilerlemesi gerekiyor.
“Eğer Çin bu nadir toprak kısıtlamalarını sürdürür ve Amerikan üreticilerinin arzını istediği zaman keserse, bu Amerikan ekonomisine doğrultulmuş bir silahtır. Hiçbir Amerikan başkanı bunu kabul edemez,” diyor Biden yönetiminden Rush Doshi.
Çin’in hâlâ zayıf noktaları var: Amerika uçak motoru sevkiyatlarını durdurabilir ya da Trump’ın ima ettiği gibi, Çin’in çip tasarımı için ihtiyaç duyduğu gelişmiş yazılımların ihracatını sınırlayabilir. Çin açısından en ürkütücü gerçek ise şu: Amerika’nın küresel finans sistemi üzerindeki gücüne karşı hiçbir cevabı yok. Amerika isterse, büyük Çin bankalarının dolar işlemlerini durdurarak Çin’in uluslararası ticaretini ve yatırım akışlarını ciddi biçimde sarsabilir.

Başarı, Trump’ı küçük düşürmeden kararlılık göstermekten geçecek. Güney Kore’deki zirve öncesinde Çinli danışmanlar, bir ticaret anlaşmasını hemen imzalama niyetinde olmadıklarını açıkça belirtiyor. Bunun yerine amaçları, iki süper güç arasında daha sakin ve istikrarlı bir diyalogun yeniden tesis edilmesi. İyimser çevreler bir zamanlar iki ülkenin, tarifelerde büyük indirimleri ve Çin’in Amerika’ya milyarlarca dolar yatırım taahhüdünü içeren “büyük bir uzlaşma anlaşmasına” varabileceğini umuyordu. Ancak bu beklenti en baştan şüpheliydi, şimdi ise tamamen imkânsız görünüyor.
Çin’in temel hedefi artık, Pekin’deki Tu Xinquan’ın ifadesiyle, “çatışmayı yönetmek.”
Trump ve Şi’nin Ekim sonunda yapacağı görüşmeden çıkacak olası bir anlaşma, büyük ihtimalle mütevazı olacak. Tarifeler ortadan kalkmayacak, ancak en azından daha da yükselmemesi konusunda uzlaşı sağlanabilir — bu da iki taraftaki iş dünyası için memnuniyet verici olur. Her iki hükümet de ihracat kontrollerini yumuşatmayı kabul edebilir. Çin’in soya fasulyesi alımlarını yeniden başlatması da bir jest olarak masaya konabilir; bu hem Trump’ın istediği hem de Çin’in kolaylıkla yapabileceği bir adım. Böylece son bir yıldır süren tehditler, karşı tehditler ve tırmanmalar en azından bir süreliğine sona ermiş olur.
Skandiyum Okulu
Böyle bir uzatılmış ateşkes, iki ülkeye de ticaret savaşının bir sonraki aşamasına hazırlanmak için zaman kazandıracaktır. Bu aşama er ya da geç gelecek.
Amerikan yetkililer artık kendi kırılganlıklarını daha iyi biliyor: bataryalar, ilaç etken maddeleri ve benzeri birçok alanda zafiyet var. Bunları azaltmak yıllar alacak ve muazzam maliyetlere yol açacak. Biden yönetiminden Rush Doshi, bunun için “müttefik ölçeği” gerektiğini söylüyor: Amerika, G7 ülkeleri ve Hindistan gibi ortaklarla birlikte hareket ederse, Çin’in endüstriyel gücünü kolaylıkla aşabilir. Ancak bunun için müttefiklerle işbirliği yapma iradesine sahip bir Beyaz Saray gerekir — ki bu, Trump’ın güçlü olduğu bir alan değil.
Çin’in de önünde uzun bir yol var. Yarı iletkenlerde üstünlük mücadelesinin yanı sıra yapay zekâda da liderlik savaşı veriyor. Ancak Pekin’in kendi eliyle yarattığı iki büyük sorunla da yüzleşmesi gerekiyor. İlki içsel bir sorun:
Kendine yeterlilik hedefi, büyük sermaye harcamaları gerektiriyor ve bu da tüketimden kaynakların çekilmesine yol açtı. Ticaret savaşı bu eğilimi daha da derinleştirdi. Ek kapasite inşa etmek, çip fabrikalarını sübvanse etmek, kritik malzemeleri stoklamak — tüm bunlar, emeklilikleri güçlendirmek veya sağlık sistemini iyileştirmek için kullanılabilecek devasa paralar gerektiriyor. Bir noktada Şi Cinping, kendine yeterlilik ile iç talebi artırma arasında bir öncelik seçmek zorunda kalabilir. Ticaret savaşı kazanılabilir belki, ama ucuz değil.
İkinci sorun ise uluslararası ilişkilerle ilgili. Yedi yıl önce Çin, Amerika tarafından köşeye sıkıştırılmaktan korkuyordu. Bugün ise tam tersi bir sorunla karşı karşıya:
Yeni kazandığı gücü diğer ülkeleri köşeye sıkıştırmadan nasıl kullanacağını bulmak zorunda. Bunu beceremezse, bu ülkeleri yeniden Amerika’nın kollarına itebilir. Çin’in şu anda bu dengeyi düşünmesi bile, yedi yıl öncesine göre güç dengesinin ne kadar değiştiğini gösteriyor.
Ancak aşırı özgüvenin de kendi içinde tehlikeleri var.





