BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Trump yönetimi bunu yakında fark edebilir.
Acaba rublenin mi dönemi olacaktı?
Bu soru, doların hâkimiyetine dair bir tarih anlatısı için tuhaf bir başlangıç. Rusya’nın ekonomisi Batı’dan izole, üretimi Amerika’nın onda biri bile değilken, rublenin küresel rezerv para olması fikri gülünç geliyor. İşte tam da bu yüzden Kenneth Rogoff, yeni kitabı *“Bizim Dolarınız, Sizin Sorununuz”*un başında bu fikri ele alıyor. Bugün apaçık olan bu gerçek, 1960’lar ve 70’lerde hiç de öyle değildi. O dönem rublenin öncülüğündeki blok dünyayı kıskandıracak hızla büyüyordu. Sovyet ekonomisi alev alevdi. Birçok ekonomist, ABD ile eşitliğin “yalnızca muhtemel değil, kaçınılmaz” olduğunu savunuyordu.
Elbette gerçekler farklıydı: Sovyetler durakladı ve çöktü. Bay Rogoff’un kitabı birkaç hafta önce yayımlanmış olsaydı, doların küresel rolünü bu imparatorluk çöküşüyle çerçevelemek abartılı bulunabilirdi. Fakat bugün Amerika’nın para biriminin küresel ticaretin ve finansın merkezindeki konumu ciddi şekilde sorgulanıyor. Donald Trump’ın dengesiz korumacı politikaları bu sistemi yıkıma sürüklüyor; ABD’nin ekonomi yönetimine olan güveni sarsıyor, hatta devlet tahvillerine duyulan inancı bile zedeliyor. “Bizim Dolarımız, Sizin Sorununuz”un temel savı—doların üstünlüğünün hiçbir zaman garanti olmadığı ve yerinden edilebileceği—bugün belki de hiç olmadığı kadar güncel.
Tüm şeytanlar burada
IMF’nin eski başekonomisti, bugün Harvard Üniversitesi profesörü olan Kenneth Rogoff’un provokatif bir görüş ortaya atıp sonra haklı çıkması ilk kez olmuyor. 2010’lar boyunca düşük enflasyon ve faiz oranlarının geçici bir sapma olduğunu savundu. O dönemde marjinal sayılan bu görüş, 2022’de enflasyonun ve tahvil faizlerinin sert yükselmesiyle doğrulandı. Rogoff ayrıca Çin’deki olası bir emlak krizine ve bunun yaratabileceği yavaşlamaya erken dikkat çekenlerdendi; 2020’de yayımladığı “Çin Konutunda Zirve” başlıklı çalışma bunu ortaya koyuyordu. Bir yıl sonra inşaat devi Evergrande temerrüde düştü ve bu endişeler küreselleşti.
Bugün Çin’in kalıcı hale gelen düşük büyümesi, ekonomisi ABD kadar büyümeden önce görece olarak duraklayabileceği anlamına geliyor ve yuanın doları tahtından etmesinin önündeki en büyük engel bu. (Sermaye kontrolleri ve kur rejimi gibi diğer engeller teoride aşılabilir.) Rogoff’un hatırlattığı gibi, 1980’lerde Japon yeni de dolara ciddi bir rakip gibi görünüyordu. Yıllarca süren güçlü büyüme ve üstün üretim kapasitesi sonrası “Japon ekonomisi ABD’yi adeta bir ekspres tren gibi ezip geçecek gibiydi.” Ancak hisse senedi ve emlak piyasalarındaki iki dev balon patladı. Güçlü yen, bu balonları daha da büyütmüştü. Japonya onlarca yıl süren durgunluk yaşadı, yen ise sahneden silindi.
Rogoff, doların küçük ekonomilerde yarattığı sıkıntıları anlatırken en etkileyici anlatımını sergiliyor. Bu şaşırtıcı değil; çünkü IMF’de görev yaptığı dönemde bu krizleri yakından izledi. En ağır sonuçlar, ülkelerin döviz kurlarını dolara sabitleme çabalarından doğdu. Bu sistem, 1944 tarihli Bretton Woods anlaşmasıyla başlamıştı. Dolar sabitlemesi, ticareti kolaylaştırıyor, diğer ülkelerin bankalarının küresel sisteme entegrasyonunu sağlıyor, para birimlerine olan güveni koruyordu. Ancak bu sabitlemeyi korumak, sermaye kontrolleri ve Fed’in para politikasını kopyalamayı gerektiriyordu; bu da resesyonları daha da derinleştiriyordu. ABD’deki enflasyon ise tüm dünyada yıkıma neden oldu. Sistem 1970’lerde çöktü.
Yine de sabit kur cazibesini korudu. Arjantin, Meksika, Venezuela ve Zimbabve gibi ülkelerde yaşanan enflasyon ve hiperenflasyon, bu tercihin nedenini net biçimde gösterdi. Avrupa, euro öncesi sabit kur çabalarında spekülatörlerin hedefi oldu. 1990’ların başında Finlandiya, İsveç, İtalya, İspanya ve Britanya’da yaşanan ataklar devalüasyonla sonuçlandı. Güneydoğu Asya ülkelerinin dolar sabitleri ise 1997-98 Asya finans krizini tetikleyen devasa sermaye giriş-çıkışlarına neden oldu. 1998’de Rusya’da yaşanan kriz, sürdürülemez sabit kur rejimiyle bağlantılıydı ve Vladimir Putin’i iktidara taşıdı.
Bu krizler bugünkü sistemi şekillendirdi: doların hâkimiyeti, euro bölgesinin serbest dalgalanan ortak para birimi ve Rogoff’un “Tokyo mutabakatı” dediği model. Bu model, Japonya’nın kur politikalarını taklit eden Asya ve Latin Amerika ülkelerinde merkez bankalarının, dalgalanmalar karşısında döviz rezervlerini “savaş sandığı” olarak biriktirmesiyle tanımlanıyor. Sabit kura gitmeden istikrar sağlamayı hedefliyor. Önceki rejimlerle kıyaslandığında, Tokyo mutabakatı bugüne kadar şaşırtıcı ölçüde başarılı oldu.
Yavaş aşınma mı, ani çöküş mü?
Doların rolündeki yavaş bir aşınma tolere edilebilir. Rogoff’a göre yuan, doları tamamen devirmektense onu yavaş yavaş kemirecek. Çin ticaretinde yuanla fiyatlama yaygınlaşıyor; bu da Asya’daki tedarik zinciri ülkelerinin kur rejimlerinde yuanı dikkate almasını teşvik ediyor. İleride dijital para teknolojilerinin yaratıcı kullanımı da dolarsızlaşma baskısını artırabilir. ABD, küresel finans sistemini eskisi kadar kontrol edemeyebilir, ancak bu duruma ne rakipleri ne de müttefikleri itiraz eder.
Ancak Rogoff’un asıl endişesi, kitabını bu yılki çalkantılardan önce yazmış olmasına rağmen, Amerika’nın içinden gelen tehditler: büyüyen kamu borcu ve Fed’e siyasi müdahaleler. Yatırımcı güveninin bir anda yok olup doların rolünü birden kaybetmesi, kulağa aşırı gelebilir. Ama bir zamanlar Sovyetler’in çöküşü de öyleydi. ■