BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
İspanya Başbakanı Pedro Sánchez’in yalnızlığını anlamak için şunu düşünün: 18 Ağustos’ta Ukrayna konulu Beyaz Saray zirvesine davet edilmediğinde, bu o gün İspanya’ya yapılan ikinci büyük saygısızlıktı. Madrid’deki dış politika çevrelerini daha da üzen şey ise, nüfusu İspanya’nın sekizde birinden küçük olan Finlandiya’nın cumhurbaşkanına, Britanya, Avrupa Komisyonu, Fransa, Almanya, İtalya, NATO ve Ukrayna liderlerinin yanında masada yer verilmesiydi.
Oysa İspanya köklü ve gururlu bir ülke; Avrupa Birliği’nin dördüncü büyük ekonomisi. Batı Avrupa ile gelişmekte olan dünya arasında köprü olmayı, tarihî ve dilsel bağlarla birçok ülkeyle ilişki kurmayı amaçlıyor. Sánchez, Rusya’nın işgalinden beri Ukrayna’nın kararlı savunucularından. Yine de 18 Ağustos’ta, Madrid’deki diplomatlar ve analistler aynı sonuca vardı: İspanya’nın orada olması, Avrupa ve Ukrayna’nın davasına zarar verecekti. Nedeni basitti: Trump, Sánchez’den hoşlanmıyor.
Finlandiya’ya haksızlık etmemek gerek: Cumhurbaşkanı Alexander Stubb zirvedeki yerini hak etti. Trump’ın “bedavacı müttefikler” eleştirilerini boşa çıkarmak için Finlandiya, iyi eğitilmiş ordusuyla 1.340 km’lik Rusya sınırını kendi gücüyle koruyor. Üstelik Stubb, golf meraklısı Trump’ı etkilemeyi bilen usta bir oyuncu.
Sosyalist liderliğindeki hükümetin başındaki Sánchez, Avrupa değerlerini Trump’a meydan okuyarak savunmayı seçti. AB’ye Trump’ın “haksız ve keyfi” gümrük tarifelerine karşı koyma çağrısı yaptı, misilleme tarifelerinden elde edilecek gelirlerin zarar gören Avrupa şirketlerine aktarılmasını önerdi. Ocak ayında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda, aşırı güçlü Amerikan sosyal medya platformları ve teknoloji milyarderlerinin demokrasiyi tehdit ettiğini söyledi. AB’ye, nefret söylemi ve dezenformasyonla mücadele eden Dijital Hizmetler Yasası’nı uygulama çağrısında bulundu. Trump ise bu yasaları Amerikan firmalarına vergi ve sansür aracı olarak niteliyor.
Haziran’daki NATO zirvesinde İspanya tek başına kaldı. Trump’ın üyelerden GSYH’nin %5’ini savunmaya ayırma talebini doğrudan reddetti. Bu hedef aslında bir gösterişti; gerçekte %3,5 savunmaya, kalanı güvenliğe harcanacaktı. Sánchez buna katılmak yerine %5’in “dünya görüşümüzle bağdaşmaz” olduğunu söyledi, fakat %2,1’lik bir savunma harcaması sözü verdi. Temmuz’da Latin Amerika turunda, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva gibi Trump karşıtı liderlerle yan yana konuşmalar yaptı. “Oligarklar ve aşırı sağın oluşturduğu nefret ve yalanların uluslararası hareketiyle” mücadele edeceğini ilan etti.
Ne var ki tüm bu aktivizm Sánchez’in Avrupa’daki ağırlığını artırmadı. Görüşleri çoğu kez kamuoyu ile örtüşse de, etkisi zayıf kaldı. Mayıs’ta Kraliyet Elcano Enstitüsü’nün anketi, İspanyolların Trump’a Xi Jinping’den bile daha az sıcak baktığını gösterdi. Washington merkezli Pew Araştırma Merkezi’nin 24 ülkede yaptığı ankette ise, 2024’ten bu yana 15 ülkede Amerika’ya yönelik olumlu bakış azaldı.
İspanyolların Amerika’ya bakışı ikircikli. Sol kesim, Soğuk Savaş döneminde Washington’un diktatör Francisco Franco ile sürdürdüğü dikenli ittifakı unutmadı. Fakat Franco’nun 1975’teki ölümünden sonra Batı kurumlarına katılım, İspanya’yı özgür ve modern bir toplum yaptı. Bu hem AB hem de NATO üyeliğini getirdi. Bugün de İspanyolların büyük çoğunluğu NATO’yu ve Ukrayna’ya yardımı destekliyor; Gazze’deki İsrail politikalarından ise dehşete kapılıyor. Franco dönemindeki dışlanma anıları, İspanyolların çok taraflılığa ve uluslararası hukuka bağlılığını açıklıyor. Elcano Enstitüsü Direktörü Charles Powell’ın dediği gibi: “Trump, İspanyolların inandığı her şeyin düşmanı.”
Sánchez bu görüşleri doğru şekilde yansıtıyor. Fakat siyasi müttefikleri ve dost basın organları bile İspanya’nın Brüksel’de ve diğer başkentlerde etkisini kaybettiğini düşünüyor. Madrid’deki dış politika çevrelerinde, Trump’ı kışkırtmanın maliyetinin faydasından fazla olduğu konuşuluyor. NATO’da yalnız kalarak bu kavgayı vermesi gerekli miydi? diye soruluyor. Latin Amerika’da bile, Trump’tan kaygı duyan ülkeler İspanya’nın başını çektiği bir direnişe pek istekli değil. Brezilya dışında, çoğu ülke Amerika’yı kızdırmanın çıkar getirmeyeceğini görüyor. Ayrıca kıta sağa kayıyor, birçok muhafazakâr lider Sánchez’e güvenmiyor.
İç politikaya oynuyor
İspanya’nın dünyaya açıklığı takdire şayan. Sánchez, Latin Amerika ülkelerinden oluşan Mercosur ile AB’nin yıllardır tıkanmış ticaret anlaşmasını destekliyor. Bunu, küresel işbirliğinin hâlâ mümkün olduğunu göstermek için doğru biçimde savunuyor. Ancak Trump’a karşı kampanyasının zayıf noktası, kimi zaman iç siyasete dönük görünmesi. Trump karşıtlığı samimi olsa da, Madrid’deki dost çevreler bile bunun aynı zamanda koalisyonunu ayakta tutmak için sola kayış olduğunu söylüyor. NATO’daki kavgada da bu görülüyor: aşırı sol ortakları daha fazla savunma harcamasını reddediyor.
Emekli bir İspanyol büyükelçiye göre, Avrupa’nın liberal ve demokratik değerlerini savunması için güçlenmesi şart. Bu da özellikle İspanya’nın daha fazla savunma harcaması yapması demek. Ayrıca Trump’la iletişim kanallarını açık tutmak gerekiyor. Tarih, Amerika’ya fazla cephe alındığında İspanya’nın “diğer Avrupa ülkeleri için daha az önemli” olduğunu gösteriyor.
İspanya’nın Trump’a meydan okumaya ve çok taraflılığı savunmaya hakkı var. Ancak zorbalara karşı durmak, partiler üstü koalisyonlar kurmayı gerektiriyor. Yalnız verilen direniş, ne yazık ki beyhude.