BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
On yıldır sönük bir ekonomik büyüme, bir finansal kriz, pandemi ve tavan yapan enerji fiyatlarının sarsıntılarıyla uğraşan bir maliye bakanısınız. Kamu borcu, ülkenizin gayrisafi yurt içi hasılasından daha büyük, faizler son yılların en yüksek seviyesinde ve mevcut borcun yalnızca faizini ödemek bile vergi gelirlerinin giderek daha büyük bir kısmını yutuyor. Enflasyon inatçı. Amerika’nın savurganlığı, dünyanın devlet tahvili iştahının büyük kısmını karşılıyor; bu da sizin borcunuzun yatırımcı çekebilmek için daha fazla faiz ödemesi gerektiği anlamına geliyor. Geceleri, rakamları nasıl denkleştireceğinizi düşünerek uyuyamıyorsunuz. Diğer bakanlar ise kariyerlerini düşünüyor: Popülist partiler ortalığı kasıp kavuruyor. Ekonomik koşullar mali konsolidasyon çağrısı yapıyor; siyasal koşullar ise kemer sıkmaya karşı uyarıyor. Ne yapacaksınız?
Zengin dünyanın büyük kısmındaki hükümetler işte bu çıkmazda. OECD’deki ortalama bütçe açığı geçen yıl GSYİH’nin %4,6’sına ulaştı; covid-19 öncesi dört yılın ortalaması %2,9’du. Mevcut borcun faiz ödemeleri GSYİH’nin %3,3’üne çıktı; bu oran, NATO üyelerinin 2035’e kadar savunmaya ayırmayı umduğu paya neredeyse eşit. Siyasal bilim literatürü kısmen teselli veriyor—kemer sıkma genellikle yeniden seçilmeye engel değil—ama aynı zamanda uyarıyor da. Araştırmalar, harcama kesintileri ile popülizmin yükselişi arasında bağ buluyor. Gerçekten de Britanya, Fransa ve Almanya’da popülist partiler şimdiden yükselişte. Buna “açık-popülizm çıkmazı” denebilir: Bakanlar hem büyük açıklarla hem seçmen isyanıyla yüzleşiyor ve hem tahvil piyasalarını hem kapıdaki barbarları memnun etmenin pek yolu yok.
2007-09 küresel finansal krizinden sonraki yavaş toparlanmada birçok hükümet mali konsolidasyonu erteledi ve borçlandı. Bugünün makroekonomik ortamı bu yaklaşıma daha az elverişli: Borç yükleri daha yüksek ve merkez bankaları tahvil alımı (niceliksel gevşeme) yapmak yerine parasal sıkılaşmaya gidiyor. İngiltere Merkez Bankası, yılda yaklaşık 100 milyar sterlinlik tahvil stokunu eritiyor; bu da devletin yılda sattığı yaklaşık 300 milyar sterlinlik tahvile alıcı bulmasını zorlaştırıyor. Tahvil sahipleri huzursuz. Fransa’nın 10 yıllık tahvil getirisi %3,4; on yıl önce %1’in altındaydı. Hükümetler fazla borçlandığında daha olası hale gelen yüksek enflasyon ve yüksek faizler de siyasi açıdan yıpratıcı olabiliyor; Başkan Joe Biden’ın yaşadığı gibi.
Daha çok borçlanmak bu yüzden iştah kabartmıyor. Mali koşullar, aynı zamanda, iktidara gelme ihtimali artan aşırı sağcı hükümetleri daha da endişe verici kılıyor. Çünkü onlar genellikle emeklilikler ve aile yardımları için daha yüksek harcama ve vergi indirimleri vaat ediyorlar—bugünkü koşullarda tehlikeli bir bileşim. Bu dinamik, popüler olmayan harcama kesintilerini de kendi kendini baltalar hale getiriyor: Mali gemiyi doğru rotaya oturtup sonra da savurgan bir popülisti iktidara taşımak anlamsız olur. Tahvil piyasaları şimdiden aşırı sağın başarısından kaygılanmaya başladı. Emmanuel Macron 2024 Haziran’ında ani seçim çağrısı yaptığında, Fransa’nın 10 yıllık tahvilleri ile Almanya’nınkiler arasındaki faiz farkı 0,5 puandan 0,8’e çıktı. Belirsiz sonuç, borçlanma maliyetlerini yüksek tuttu.
Kuramsal olarak, harcama kesintilerini seçmenlere satmak mümkün olabilir. Hükümetler bazen kemer sıkma uyguladıktan sonra yeniden seçilebiliyor; akıllı bir politikacı seçimden çok önce kesintileri hayata geçirirse bu avantaj sağlayabilir. Ancak çalışmalar uzun vadede harcama kesintilerinin ana akım siyaset desteğini aşındırdığını da gösteriyor. Orta Avrupa Üniversitesi’nden Evelyne Hübscher ve Cenevre Üniversitesi’nden Thomas Sattler’in yakında yayımlanacak bir incelemesi, Batı Avrupa’da popülizmin dalgalarının kemer sıkma dönemleriyle çakıştığını buluyor. Harvard’dan Stefanie Stantcheva’nın “sıfır toplamlı zihniyet” dediği şey geliştiğinde göç, kamu hizmetleri ve yardımlar konularındaki tartışmalar daha da güçlü hale geliyor.
Küçük ölçekli çalışmalar da bunu doğruluyor. Bocconi Üniversitesi’nden Simone Cremaschi ve ekibi, İtalya’daki yerel yönetim reformlarını inceledi. Kamu hizmetlerinde kesintilerin en derin olduğu bölgelerde aşırı sağcı partilerin daha çok oy aldığını buldular. LSE’den Zachary Dickson, Cremaschi ve ortak yazarlarının bir diğer makalesi ise Reform UK partisinin, kısa süre önce kapatılmış Ulusal Sağlık Hizmeti kliniklerinin bulunduğu bölgelerde güçlendiğini gösteriyor. Kötü yollar, çukurlarla dolu sokaklar bile partinin başarısıyla ilişkili görünüyor. Bocconi’den Catherine de Vries’in tavsiyesi: “Temel kamu hizmetlerine yatırım yapın ki insanlar vergi ödemenin ve bu demokratik sistemin parçası olmanın değerli olduğunu görsün.”
Fakat kamu hizmetlerine para aktarmak için vergi artışı gerekir. Harcama kesintilerinden daha az ihtimalle popülizmi besleyebilirler. Northwestern’den Jacopo Ponticelli ve Zürih Üniversitesi’nden Hans-Joachim Voth, 1919–2008 arasındaki mali konsolidasyonları incelediler. Harcama kesintileri ile toplumsal istikrarsızlık (örneğin ayaklanmalar) arasında net bağ buldular; vergi artışlarının ise “küçük ve önemsiz” etkisi vardı. Sorun, başka maliyetleri olmasıdır. Harvard’dan Alberto Alesina ve yazar arkadaşları, vergi artışlarına dayanan kemer sıkma paketlerinin uzun vadeli büyüme için daha kötü olduğunu buluyor. Serbest piyasa yanlısı partiler de vergi artışlarını uyguladıklarında seçmen tarafından özellikle sert cezalandırılıyor.
Kesinti tutturulamıyor
Başka seçenekler var mı? Akıllı borç yönetimi bunlardan biri olabilirdi. Kaliforniya Üniversitesi’nden Barry Eichengreen ve Cenevre Graduate Institute’ten Rui Esteves’in belirttiği gibi, son on yıllarda güvenilir ekonomik politika ve uzun vadeli tahvillerin ihraç edilmesi, küçük çaplı enflasyon dalgalarının getirileri tırmandırmasını engelleyerek borç birikimini yavaşlatmıştı. Sorun şu ki, son yıllarda çoğu ülke uzun vadeli tahvil ihraç etmeyi bıraktı. Nitekim niceliksel gevşeme, uzun vadeli devlet borcunu merkez bankasıyla gecelik mevduatlara takas ettiği için, devlet yükümlülüklerinin fiili vadesini kısalttı ve bunları kısa vadeli faiz değişimlerine daha hassas hale getirdi.
Eichengreen ve Esteves, ikinci dünya savaşından bu yana Avrupa hükümetlerinin borçlarını çoğunlukla hızlı ekonomik büyüme ya da finansal baskıyla azalttığını hatırlatıyor. Hızlı büyüme pek olası görünmüyor, geriye finansal baskı kalıyor. Bu genelde, nominal faiz oranlarını enflasyonun altında tutan sermaye kontrolleri veya finansal düzenlemelerle gerçekleşiyor. Hükümetlerin çoğu savaş sonrası dönemin sermaye kontrollerine dönmek istemiyor, fakat başka baskı biçimlerini denemeye yanaşıyorlar. Öneriler arasında merkez bankası rezervlerine faiz ödemesini kaldırmak veya emeklilik fonlarını yerel varlıklara yatırım yapmaya zorlamak var. İngiliz siyasetçileri tasarruf sahiplerini yurt içine yatırım yapmaya teşvik için vergi indirimleri kullanabilir.
Ancak finansal baskı her nasıl uygulanırsa uygulansın, eninde sonunda tasarruf sahiplerine konmuş bir vergi niteliği taşır; iç piyasaya mecbur bırakıldıklarında daha kötü getiri elde ederler. Günümüzde, savaş sonrası dönemlere kıyasla çok daha fazla seçmen varlık ve özel emeklilik sahibi. Birikimlerinin bir kısmını devlete fiilen devretmeye zorlandıklarında nasıl tepki verecekleri belirsiz, ama büyük bir tepki vermeleri zor olmayacaktır.
Dolayısıyla popülist çıkmaz çok sıkıdır. Hem borç yüklerini kontrol altında tutmaya hem aşırı sağı uzak tutmaya çalışan maliye bakanına acımak gerekir. Hiç değilse, uykusuz gecelerinde kendini şöyle teselli edebilir: Görevden kovulduğunda, yerine gelecek popülist de aynı kısıtlarla yüzleşecek. O zaman nasıl hoşlarına gidecek bakalım.