BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Bütçe açıkları peynir gibidir: çok çeşidi vardır, Avrupa’ya özgüdür ve uzun süre bekletilirse sorun çıkarır. Kamu harcamalarındaki açık, Avrupa siyasetinin kadim derdi, Atina’dan Paris’e kadar hükümetleri devirebilecek güce sahiptir. Çoğu Avrupa ülkesindeki demografik açık, refah sistemlerinin uzun vadeli sürdürülebilirliğini sorgulatır—tıpkı yıllanmış bir comté gibi kazınması zordur. Çin ile imalatta, Amerika ile teknoloji hizmetlerinde görülen sektörel ticaret açıkları ise Avrupa’yı jeopolitik bağımlılıklara sürükler; politikacıların yüzünü gorgonzola damarı gibi morartır. AB kurumlarının eleştirmenleri, yurttaşların Brüksel’de kendi adına karar veren bürokratların ne yaptığını pek bilmediği “demokratik açığı” öne çıkarır.
Ama bugün hepsinden büyük bir açık var: aciliyet açığı. Avrupa tehlike altındaki bir kıta. Ekonomisi bozuluyor; jeopolitik konumu yaşlanmış bir feta gibi dağılıyor. Çözüm önerileri bol, fakat onları hayata geçirecek irade sanki ortada yok. Teşhis ile çözüm arasındaki boşluk devasa bir uçuruma dönüşmüş durumda. Avrupa bir çıkış yolu bulabilir mi? Yıllar boyunca kıtanın yavaşlığı tolere edilebilirdi; onlarca ülkenin tek tek konular üzerinden “daha yakın birlik” kurma sürecinin yan ürünüydü. Ama Rusya’nın AB topraklarına drone atakları yaptığı ve güvenilmez bir Amerika’nın tek taraflı ticaret anlaşmaları dayattığı bir çağda bu lüks haline geldi. Rakipler, doğru yönde olmasa bile, başkanlık kararnameleri hızında hareket ediyor. Avrupa ise dünya yanarken, eriyen bir reblochon gibi aciliyetini kaybediyor.
Ekonomik büyüme de aynı şekilde—olgun bir camembert kadar yumuşak. 9 Eylül, Mario Draghi’nin AB rekabetçiliği raporunun yayımlanmasının birinci yıldönümüydü. Eski Avrupa Merkez Bankası başkanı Draghi, kıtanın yirmi yıllık ekonomik çukurdan çıkışına dair kapsamlı bir reçete sunmuştu. Yargısı sertti. Ne var ki bir yıl geçti, 400 sayfalık rapordaki önerilerin pek azı hayata geçirildi. İş dünyasını boğan AB bürokrasisinin yakılacağı iddia edilen “kırmızı bant şenliği” bile, kendi yasama prosedürlerinin kırmızı bantlarına takıldı. Bankacılık gibi alanlarda tek pazarın genişletilmesi hâlâ tartışılıyor ama erişilmez görünüyor. Draghi’nin vizyonu, üye devletlerin ortak borçla finanse edeceği daha büyük bir AB bütçesini varsayıyordu. Ama Temmuz’da Komisyon’un sunduğu daha mütevazı bir bütçe önerisi bile Almanya tarafından birkaç saat içinde reddedildi. Avrupa yine aynı kısır döngüyle baş başa.
Ekonomiden bile daha kaygı verici olan güvenlik. NATO üyeleri haziranda savunma harcamalarını GSYH’nin %3,5’ine çıkarmayı kabul etti—ama bunun için kendilerine on yıl süre tanıdılar (İspanya asla ulaşmayacağını bile duyurdu). Yerli silah üretimini artırmak bir zamanlar acil öncelikti. “Avrupa Savunma Sanayi Programı” bu amaçla Mart 2024’te duyuruldu. Ama hâlâ üye devletler ile Avrupa Parlamentosu arasında müzakerelerde tıkanmış durumda. Yaz tatilinin ardından taraflar yeniden masada; iyimserler yıl sonuna kadar bitmesini umuyor. O zamana dek Avrupa’nın yeniden silahlanmasını sağlayacak bu plan, köpük üretmekten öteye gidemiyor.
Komisyon’un Mart’ta açıkladığı, üye devletlerin silah alımlarını finanse edebilmesi için €150 milyarlık ortak kredi hattı önerisi de aynı akıbeti yaşadı. Üye ülkeler sıcak baktıklarını söyleseler de Avrupa Parlamentosu, usul gerekçesiyle planı engellemek için dava açtı. Ukrayna’ya asker gönderme olasılığı da bir yıldır gündemde. “İsteyenlerin koalisyonu” altı aydır görüşüyor, ama kaç ülkenin katılacağı, kaç asker gönderileceği hâlâ belirsiz—plan bir emmental kadar delik deşik.
Geç olsun, cheddar olmasın
Avrupa aciliyetin mezarlığına nasıl dönüştü? Karmaşık siyaset bunun bir nedeni. Charles de Gaulle, “246 çeşit peyniri olan bir ülkeyi yönetmenin” zorluğundan yakınmıştı. Avrupa’da binlercesi var. Bir yerde lezzetli görülen şey, diğerinde hazımsızlık yapıyor. Rusya’ya yaptırım uygulamaktan tek pazarı derinleştirmeye kadar her büyük AB politikası, kendi iç siyasetinde debelenen hükümetlerin onayına bağlı. Cesur reform fikirleri, geçen yıl Almanya’da şansölye, Polonya’da başkan seçimi sürecinde rafa kaldırıldı. Şimdi de Fransa’daki siyasi kriz en keskin sorun.
AB’nin hantallığını eleştirmek dökülen süt için ağlamak gibi görünebilir. Yine de Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, yıllık “Birliğin Durumu” konuşmasında dünyadaki koşulların Avrupa’dan yeniden bir aciliyet ruhu talep ettiğini vurguladı. “Bu mücadeleye hazır mıyız?” diye sordu. “Birlik ve aciliyet duygusuna sahip miyiz?” Sorular yerinde. Çünkü AB kendi hâline bırakılmış bir peynir gibi yaşlanmaya devam ederse, mirası da unutulmuş bir brie gibi çöplüğe gidecek.






