BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Amerika’daki Kasım seçimleri ile Donald Trump’ın 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturduğu 11 haftalık süreçte, Avrupa’da Trump yönetimine karşı nasıl bir direnç geliştirebileceği tartışılıyordu. Bugün, bu fikir neredeyse naif görünüyor. Paris, Berlin ve Brüksel’de hazırlanan stratejiler, Trump’ın eski alışkanlıklarına döneceği varsayımı üzerine kuruluydu: Avrupa’nın ticaret fazlasına, savunma harcamalarının yetersizliğine ve AB’nin büyük teknoloji şirketlerini nasıl düzenlediğine dair eleştiriler getirmesi bekleniyordu.
Ancak ortaya çıkan tablo çok daha sert oldu. Trump yönetimi Grönland’ı ele geçirme planları yaptı, Amerikan yetkilileri Ukrayna’nın doğal kaynaklarını ele geçirmek için baskı uyguladı ve Washington’daki yeni yetkililer Almanya’da aşırı sağcı politikacılara açık destek verdi. Avrupa’nın önünde daha 47 ay sürecek bu süreç var.
Münih Güvenlik Konferansı ve Trump Yönetimi ile İlk Temas
Avrupalı liderler, 14 Şubat’ta Münih’te düzenlenen güvenlik konferansında Trump ekibinin yeni üyeleriyle yüz yüze görüşerek gerilimi azaltmayı umuyordu. Ancak tam tersi oldu. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Rus saldırganlığının arttığı bir dönemde müttefiklik ilişkilerini geliştirmek yerine Avrupa’ya sert eleştiriler yöneltti.
Vance, Avrupa’yı ifade özgürlüğünü kısıtlamakla, göç konusunda yetersiz önlemler almakla ve milliyetçi politikacıları “sansürlemekle” suçladı. Avrupalılar son üç yıldır Ukrayna’nın kaderi ve Baltık ülkelerinin olası bir Rus tehdidi karşısında endişe içindeydi. Ancak Vance’in önceliği bambaşkaydı.
“Avrupa açısından en büyük tehdit ne Rusya ne de Çin” dedi Vance. “Asıl tehdit, içeriden geliyor.”
Bu sözler Avrupa’da şaşkınlık, öfke ve ardından panik yarattı. Avrupa’nın güvenliğinin Trump yönetimi altındaki ABD tarafından garanti edilip edilemeyeceği konusunda ciddi soru işaretleri doğdu. Münih’teki güvenlik konferansı, Washington’dan Şikago’ya olan mesafeden bile daha yakın bir noktada, Ukrayna sınırına komşu bir yerde düzenleniyordu. Ancak Vance, Amerika’nın Avrupa’yı savunmaya istekli olup olmadığını, değerlerinin “MAGA” çizgisine uyup uymadığına bağladı.
Vance, seçim kampanyası sırasında Avrupa’nın X (eski Twitter) gibi sosyal medya platformlarını düzenlemeye çalışması halinde ABD’nin NATO desteğini geri çekebileceğini ima etmişti. Münih’te yaptığı konuşma, bu tehditlerin sadece bir başlangıç olduğunu gösterdi.
Avrupa İçin Kritik Bir Dönüm Noktası
Vance’in eleştirileri, ABD’nin dostane uyarıları olmaktan uzaktı. İddialarının çoğu, internetin karanlık köşelerinden alınmış gibi görünüyordu.
- Avrupa’nın ifade özgürlüğüne ABD’ye kıyasla daha katı yaklaşımı olduğu doğru. Ancak bu yasalar terörist içeriklerden çocuk istismarına, Rus propagandasından şiddet içeren videolara kadar geniş bir yelpazeyi hedef alıyor.
- Aşırı sağ partilerin “sansürlendiği” iddiası, Avrupa’daki siyasi gerçeklerle örtüşmüyor. Almanya için Alternatif (AfD) partisinin 23 Şubat seçimlerinde %20’nin üzerinde oy alabileceği öngörülüyor. AfD lideri Alice Weidel, Vance ile görüştükten sadece iki gün sonra Almanya’da canlı yayınlanan bir televizyon tartışmasına katıldı. Bu, sansür mü?
- Avrupa’daki göç politikalarına dair eleştiriler bir noktaya kadar geçerli olsa da, Avrupa’daki merkez partiler, halkın bu konudaki tepkisini dikkate alarak sandıkta cezalandırıldılar. Yani işleyen bir demokratik süreç var.
Vance’in ifade özgürlüğü konusundaki çelişkisi ise özellikle dikkat çekiciydi. Trump yönetimi, Associated Press’in Beyaz Saray’a erişimini yasaklarken, Vance’in Avrupa’yı basın özgürlüğü konusunda eleştirmesi zamansız bir ironiye dönüştü.
Ancak Vance’in Avrupa’daki demokratik standartlara yönelik en ciddi eleştirisi, Romanya’nın Kasım ayında Rusya destekli bir adayın kazandığı seçimi iptal etmesiyle ilgiliydi. Ancak Vance’in bu konuda bile güvenilirliği sorgulanabilir. Çünkü kendisi hâlâ 2020 Amerikan seçimlerinin “çalındığı” yönündeki Trump’çı yalanları destekliyor.
Avrupa, ABD ile İlişkisini Yeniden Düşünüyor
Münih’teki konuşmaların ardından Avrupa’daki yöneticiler ABD’nin Avrupa’ya yönelik stratejisini ciddi şekilde sorgulamaya başladı.
- Trump yönetimi, AB’ye karşı açık bir düşmanlık sergiliyor.
- MAGA hareketi, Avrupa Birliği’ni ve onun kurumlarını doğrudan hedef alıyor.
- Biden yönetimi sırasında ABD ve AB arasındaki iş birliği güçlenmişti. Ancak Trump yönetimi bu süreci tersine çevirebilir.
Vance, konuşması sırasında AB yetkililerini “komiserler” (commissars) olarak nitelendirerek, Trump yönetiminin Avrupa Birliği’ne yönelik derin nefretini açıkça ortaya koydu. Bu, özellikle Brüksel’de büyük rahatsızlık yarattı. AB yetkilileri, Trump yönetiminin Avrupa’yı müttefik olarak değil, bir rakip olarak gördüğünü düşünüyor.
AB, ticaret politikalarını 27 üye devleti adına yönetiyor ve sosyal medya düzenlemeleri konusunda ABD ile sık sık karşı karşıya geliyor. Biden yönetimi, Rusya’ya yönelik yaptırımlarda AB ile ortak hareket ederken, Trump yönetimi AB’yi tamamen dışlayabilir.
Avrupa’daki liderler, Münih zirvesinden önce ABD ile diplomatik bağları güçlendirmeyi umuyordu. Özellikle Trump yönetiminin Rusya ve Ukrayna arasında barış görüşmelerine Avrupa’yı dahil etmesi için baskı yapmayı planlıyorlardı. Ancak Münih’te yaşananlar, Trump yönetiminin Avrupa’yı stratejik karar alma süreçlerinden tamamen dışlamak istediğini gösterdi.
Bu durum, Avrupa başkentlerinde alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Eskiden bu tür zirvelerde Avrupa’nın nasıl Rusya ile başa çıkacağı tartışılırdı. Ancak bugün asıl soru, Avrupa’nın Trump yönetimindeki Amerika ile nasıl başa çıkacağı. ■