BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Londra’daki görüşmeler başlarken, ticaret savaşının bedelleri artık tüm açıklığıyla ortada
Amerika ile Çin arasındaki son ticaret görüşmeleri, 9 Haziran’da Buckingham Sarayı yakınlarındaki neoklasik Lancaster House’ta başladı. 1825’te “Yaşlı York Dükü” tarafından sipariş edilen yapı, tıpkı dükün meşhur askeri manevralarını konu alan çocuk şarkısında olduğu gibi, bir ileri bir geri giden bir ticaret savaşına ev sahipliği yapıyor.
Görüşmelerin amacı mütevazı: Amerika, geçtiğimiz ay Cenevre’de sağlandığını düşündüğü ateşkesi yeniden tesis etmek istiyor. Özellikle de Çin’in nadir toprak elementleri ve bunları içeren mıknatıs ihracatına koyduğu kısıtlamaları hafifletmesini talep ediyor. 10 Haziran’da ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick, görüşmelerin “iyi gittiğini” ve tarafların “çok zaman geçirdiğini” söyledi. Ancak bir uzlaşma sağlansa bile, eski düzen geri gelmeyecek. Çin atasözündeki gibi, dökülen suyun hepsi tencereye geri dökülmüyor.
Çinli yetkililer bu süreçte ekonomik gücüne dair yeni bir özgüven kazanmış durumda. Londra buluşması, iki ay içinde dünyanın en güçlü süpergücünün yardım istemek için ikinci kez Çin’in kapısını çalması anlamına geliyor. Cenevre’de Amerikalılar, Çin’in tarifeleri karşılıklı olarak azaltmasını istemişti. Londra’da ise, nadir toprak elementlerine getirilen kısıtlamaların kaldırılması talebiyle geldiler. Bu asimetrik ihtiyaç durumu, lider düzeyine kadar yansımış durumda: Londra görüşmeleri öncesinde 5 Haziran’da Donald Trump, göreve geldiğinden beri ilk kez Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüştü. Trump görüşmeyi “çok iyi” diye nitelese de, Şi bu çağrıyı açıkça geciktirdi.
Bu durum, ABD’nin hayal ettiği bir ticaret savaşı senaryosu değildi. Trump 2 Nisan’da geniş kapsamlı tarifeleri açıkladığında, diğer ülkelerin ticaret anlaşmaları yapmak için “yalvaracağını” söylemişti. Çin ise karşılık vermekten çekinmedi ve misilleme tarifeleri uygulamaya koydu. Pekin, ekonomisine zarar verme riskini göze alarak geri adım atmayan bir tavır sergiledi. Misilleme tarifeleri ABD’ye doğrudan büyük zarar vermese de, Trump’ı daha da agresif bir sarmala soktu. Sonuçta iki tarafın da zarar gördüğü bir süreç başladı ve Washington, kendi verdiği zararla baş edemeyeceğini anlayarak geri adım attı—Çin’i de bu şekilde kurtarmış oldu.
Nisan öncesinde birçok ekonomist, Trump tehditlerini hayata geçirirse Çin’in ihracatının çökeceğini ve para biriminin değer kaybedeceğini öngörüyordu. Gerçekten de Çin’in ABD’ye ihracatı Nisan ve Mayıs aylarında geçen yıla göre %28 azaldı. Ancak Çin’in toplam ihracatı, Avrupa ve Güneydoğu Asya’ya artan sevkiyatlar sayesinde %6 oranında yükseldi. Çin para birimi yuan da 2 Nisan öncesine göre dolar karşısında daha güçlü hale geldi.
Bu gelişmeler, Çin’in yalnızca dayanıklılığını değil, aynı zamanda elindeki en etkili ekonomik silahları da ortaya koydu. Nisan ayında Çin, elektrikli araç motorlarında ve rüzgar türbinlerinde kullanılan mıknatısların yapımında kritik öneme sahip terbiyum ve disprozyum gibi yedi nadir elementi ihracata kısıtladı.
Bu kesinti ciddi endişe yarattı. Mayıs sonunda Ford, Chicago’daki SUV fabrikasında üretimi durdurdu. Otomotiv parça üreticilerini temsil eden bir lobi grubu, daha geniş çaplı tedarik kesintileri konusunda uyarıda bulundu. ABD’de yayımlanan ortak bir mektupta, bu tür elementlerin eksikliğinin otomobil parçaları üretimini aksatacağı vurgulandı.
Bu şikâyetler, Çin’in ABD üzerindeki tedarik zinciri hâkimiyetini gözler önüne seriyor. Sanayi çevrelerinde bilinen bu gerçek, Beyaz Saray’da belki de tam anlamıyla anlaşılmamıştı. Son iki ay, Çin’in ekonomik baskı araçlarının gücünü ortaya koyan bir tür “silah denemesi” işlevi gördü.
Cenevre sonrasında Amerikalılar Çin’in kısıtlamaları tamamen kaldırmasını umuyordu. Ancak Pekin, bunun yerine ihracat yapmak isteyen firmaların lisans başvurularını değerlendirme sürecine geçti. Bu süreç ise oldukça yavaş ve şeffaflıktan uzak yürütülüyor. Başvurular, personel yetersizliği yaşayan ve başvuru yığını altında ezilen bir bakanlık tarafından inceleniyor. Bu gecikmeler Amerikalı yetkilileri kızdırdı. Hazine Bakanı Scott Bessent, “Bu Çin sistemindeki bir aksaklık da olabilir, bilinçli bir karar da,” dedi. Trump ise daha açık konuştu: Çin’in “bizimle yaptığı anlaşmayı tamamen ihlal ettiğini” yazdı.
Kısa vadede Amerika’nın bu bağımlılığı kırması zor. Alternatif bir tedarik zinciri oluşturmak en az üç yıl sürebilir ve yine de ABD’nin tüm ihtiyaçlarını karşılamayabilir. Bu nedenle, ABD’nin Çin’in baskısını dengelemek için kendi baskı araçlarını devreye sokması kaçınılmaz görünüyor. Son bir ayda, Amerikan yetkililer, çip tasarım yazılımı üreten firmaların Çin’e satış yapmaması gerektiği yönünde uyarılarda bulundu; Çinli öğrencilere yönelik vize iptali seçenekleri gündeme geldi; Çin’in yerli yolcu uçağı programı için gerekli bazı parçaların ihracatı durduruldu. Washington, Pekin nadir elementler konusunda daha hızlı onay verirse bu önlemleri gevşetebileceğinin sinyalini veriyor.
Trump’ın başlattığı ticaret savaşı, planladığı şekilde ilerlemedi. Ne ABD ne de Çin, ekonomik rakibini ezebilecek bir konumda. İki ülke de birbirine farklı şekillerde bağımlı. Çin’in uzun süredir bildiği bu gerçek, artık Washington tarafından da inkâr edilemez durumda. Kesin bir zafer olmayacak; silahsızlanma da beklenmiyor. Büyük olasılıkla, taraflar karşılıklı ekonomik silahlarını devreye alıp geri çekerek birbirlerini dengeleme yoluna gidecek. Tıpkı bir ileri bir geri yürüyen o meşhur York Dükü gibi.
Kaynak: The Economist