BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Bu yaz, Donald Trump Avrupa’dan yapılan ilaç ihracatına gümrük vergisi getirdikten sonra, 17 büyük ilaç firmasının yöneticilerine mektup yazarak Amerikan ilaç fiyatlarının yurt dışında ödenen daha düşük seviyelere çekilmesini talep etti. Amerikalıların diğer ülkelerdeki hastalardan daha fazla ödemesini durdurmak için “her aracı” kullanma sözü verdi.
Başkan, yabancı ilaç üreticilerinin bedavacılığından duyduğu öfkesinde haklı. Avrupa ve diğer zengin ülkeler, yenilikçi ilaçlara düzenli olarak daha az harcıyor ve tıbbi ilerlemenin bedelini Amerikalılara yüklüyor. Bu dengesizlik, Avrupa biyoteknoloji sektörünün ayakta kalmak için Amerikan kârlarına bel bağlaması anlamına geliyor. Ancak Beyaz Saray’ın “en çok kayrılan ülke” muamelesi planı uygulanırsa hem Amerikalılar hem Avrupalılar zarar görecek; çünkü düşen gelirler yarının ilaçlarını üretecek Ar-Ge yatırımlarını azaltacak.
Avrupalılar, Trump’ın ülkesinin küresel ilaç inovasyonunu sübvanse ettiği suçlamasına içerleyebilir. Pek çok büyük ilaç şirketi Avrupa kökenli. Araştırmaları küresel ilaç Ar-Ge’sine ciddi katkı yapıyor. Fakat başkan, Avrupa’nın inovasyona hiç katkısı olmadığını değil, Amerikan pazarı olmadan Avrupa ilaç sanayisinin ayakta kalamayacağını savunuyor.
Markalı ilaçlar genellikle önce Amerika’da piyasaya sürülüyor, OECD ortalamasının üç katı fiyata satılıyor ve daha geniş sigorta kapsamı buluyor. Sonuç olarak, Amerika, OECD ülkelerinin toplam GSYH’sinin sadece üçte birinden biraz fazlasını oluşturmasına rağmen, patentli ilaçlardan elde edilen OECD genelindeki kârların %70’ini sağlıyor.
Biyofarmasötik inovasyon küresel bir kamu malı. Ancak hem riskli hem de pahalı. Bir ilacı piyasaya sürmek ortalama on yıl ve 2 milyar dolardan fazla maliyet gerektiriyor. Klinik deneylerin onda dokuzu başarısız oluyor. Bu da klasik bir bedavacılık sorununu ortaya çıkarıyor: Ülkeler yeni ilaçlar istiyor ama Ar-Ge’ye yatırım getirisi sağlayacak yüksek fiyatları başkalarının ödemesini tercih ediyor.
Avrupa’daki kamu sağlık sistemleri yeni ilaçlarda fiyatları bastırıyor ve kullanımı kısıtlıyor. İtalya, belli ilaçlara harcama belirli eşiği aşarsa üreticilerden parayı geri alıyor, bu da yatırımı caydırıyor. Ayrıca pahalı ilaçlara erişimi geciktiriyor. Britanya, tedavinin maliyet etkinliğini hesaplarken bir hastanın ek sağlık yılına sadece 20-30 bin sterlin değer biçiyor. Bu, Amerikan çalışmalardaki 100-150 bin dolarlık değerlemenin çok altında. Britanya daha sonra yüksek indirimler talep ediyor ve erişimi bu düşük değerlere göre kısıtlıyor. Yeni tedavilerin yalnızca %13’ü kısıtlama olmadan karşılanıyor.
Almanya, yeni ilaç fiyatlarını eski tedavilere bağlıyor; Fransa ise indirim, geri ödeme ve vergilerle Avrupa’daki en düşük ilaç fiyatlarından bazılarını elde ediyor. AB ülkeleri ayrıca fiyatlandırma ve geri ödeme kararlarını geciktiriyor: ortalama 700 günlük gecikme (yasal sınır olan 180 günün çok üzerinde) hem hasta yaşamını hem yatırım getirisini azaltıyor. Kısacası, Avrupa sağlık sistemleri ilaç geliştirmeyi sürdürecek teşvikleri baltalıyor. Amerikan hastaları olmadan Avrupa ilaç sanayi bugünkü Ar-Ge hızını sürdüremez. Bu bedavacılığa son vermek için Trump, Amerikan ilaç fiyatlarını gelişmiş ülkelerdeki en düşük seviyeye sabitlemek istiyor.
Elbette böyle bir tavan fiyat, Avrupa fiyatları yükselmeden uygulanırsa, biyofarma firmaları öyle büyük gelir kaybına uğrar ki Ar-Ge projelerini kapatmak zorunda kalır. Bu, Amerika dahil tüm dünya için sonuçlar doğurur. Bu nedenle, bedavacılığı bir ticaret sorunu olarak görmek daha doğru olur.
NATO bir model sunuyor. İttifak, yük paylaşımında adalet sağlamak için üye ülkelerden GSYH’lerinin en az %2’sini savunmaya ayırmalarını talep ediyor. Benzer şekilde, Avrupa ve diğer yüksek gelirli ülkeler de yenilikçi ilaçlara asgari harcama hedefleri benimsemeli. Mantıklı hedef, Amerika’nın kişi başı GSYH’sinden ayırdığı pay—yaklaşık %0,8. Oysa İtalya ve İspanya %0,5, Almanya %0,4, Fransa %0,3 harcıyor. Yalnızca bu ülkeler Amerika ile aynı payı yakalasa, biyofarma gelirleri on milyarlarca dolar artar. Bu da kaçınılmaz olarak daha fazla yeni ilaç üretir, sağlık ve ekonomik fayda getirir.
Koruyucu mekanizmalar gerekli olur. Harcama eşikleri indirim, geri ödeme ve iade paylarını hesaba katmalı. Geri ödemeler, idealde özel piyasanın belirlediği ama en azından Amerikan maliyet-etkinlik eşikleriyle uyumlu formüllerle hesaplanmalı. Avrupa, fikri mülkiyeti de daha iyi korumalı. Eğer hükümetler fiyatlandırma kararlarını 180 günlük yasal sınırın ötesine ertelerse, şirketlere otomatik patent uzatımı yapılmalı. Aksi halde Ar-Ge pek çok firma için fazla riskli kalır.
Bu reformlar yük getirmez. Aksine, gelişmiş ekonomilerin yararlandıkları tıbbi inovasyona orantılı katkı yapmalarını sağlayarak daha adil bir sistem kurar ve yeni ilaç akışını güvenceye alır. Büyük yeni harcamalar da gerekmez. Zaten Avrupa’da sıradan bir reçeteyi doldurmak Amerika’dan daha pahalı; çünkü Amerika reçetelerin daha büyük kısmını, ortalama yarı fiyatına gelen jenerik ilaçlarla dolduruyor.
Başka bir deyişle, Avrupa yeni ilaçların geri ödemelerini artırırken daha ucuz jenerik ilaç kullanımını da artırarak hem hayat kurtaran Ar-Ge’ye daha fazla yatırım sağlayabilir hem de Trump’ın yıkıcı fiyat baskısını etkisiz hale getirebilir. Avrupa’nın daha fazla harcaması gerekmiyor. Daha akıllıca harcaması gerekiyor.