BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
“Biz bir akordun içindeki iki nota gibiyiz,” dedi Donald Trump. “Ya da aynı şiirin iki dizesi.” Halk diliyle konuşmasıyla bilinen başkan, alışılmadık şekilde şiirsel bir ruh halindeydi. 17 Eylül’deki Britanya’ya resmi ziyareti vesilesiyle Windsor Kalesi’nde Kral III. Charles’ın ev sahipliğinde düzenlenen bir ziyafette konuşuyordu. Britanya ile Amerika arasındaki ilişkinin ebedi, yeri doldurulamaz ve kırılmaz olduğunu söyledi. “Amerikan gözünden bakıldığında,” diye ekledi başkan, “özel kelimesi bile bunun hakkını vermiyor.” Bir hafta önce, Britanya’nın Washington Büyükelçisi Peter Mandelson, cinsel suçlu olarak hüküm giymiş Jeffrey Epstein ile olan rahatsız edici bağlantıları nedeniyle görevden alınmıştı. Ancak bu bile kutlamayı gölgelemedi.
Bunda, övünecek şeyleri kıt olan bir hükümet için kayda değer bir başarı yatıyor. Britanya’nın en önemli müttefikiyle tam bir kopuşu engellemek, İşçi Partisi hükümeti için neredeyse varoluşsal bir görev haline gelmişti. Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden Max Bergmann’a göre, bu kez özel ilişki birçoklarının geçtiğimiz yıl tahmin ettiğinden daha dayanıklı çıktı.
Trump’ın NATO’ya kuşkuyla yaklaşması, Ukrayna’nın savunmasına dair ikircikli tavrı ve cezalandırıcı tarifeler programı, Amerika’nın pek çok müttefikini rahatsız etti. Ancak bu durum Britanya için özellikle çetin bir meydan okumaydı. Britanya’nın istihbarat servisleri ve nükleer caydırıcılığı Amerika’yla benzersiz biçimde iç içe. Avrupa’dan sonra ABD, Britanya’nın ikinci büyük ticaret ortağı. Ancak ülkenin Washington’daki etkisi, küçülen ordusu, yavaşlayan ekonomisi ve Avrupa’daki azalan nüfuzu nedeniyle yıllardır zayıflıyordu.
2024’teki seçimin ardından Sir Keir için siyasi iklim tehditkâr görünüyordu. Hâlâ da öyle. Trump’ın MAGA hareketinde Britanya’ya dair distopik bir fikir kök saldı: Amerika’nın kurucu ideallerinin doğduğu ülkenin otoriter İslamcı sempatizanları tarafından ele geçirildiği, adeta “Londra’daki Tahran” olduğu uyarısı. Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan, Trump’ın hedef tahtası haline geldi. Washington’daki milliyetçi-muhafazakâr bir toplantıda MAGA ideoloğu Steve Bannon, “İngiltere iç savaşın eşiğinde,” dedi.
Ülke içinde Sir Keir bir mengene arasında sıkıştı. Britanyalılar Amerika’yı çok sevse de Trump’tan nefret ediyor, özellikle de İşçi Partisi tabanı: Britanyalıların sadece %16’sı Trump’a olumlu bakıyor ve çoğunluk ziyareti iptal etmeyi tercih ediyordu. Liberal Demokrat lideri Sir Ed Davey, çarşamba günkü yemeği boykot etti. Washington’daki bazı gözlemciler, Sir Keir’in “Aşk Her Yerde” filmindeki hayali Britanya liderini andıran bir duruş sergilemeye mecbur kalacağından endişeliydi.
Ancak Trumpçı fikirler Britanya’da ivme kazanıyor. The Economist’in anket verileri analizine göre, göç, dış yardım ve iklim değişikliği gibi konuları kapsayan sorular üzerinden yapılan ölçümde, “MAGA görüşleri” taşıyan Britanyalıların oranı 2014’te %40’tan 2020’de dörtte bire indi. O zamandan bu yana Trumpçı görüşler toparlandı ve 2025’te %36’ya yükseldi.

13 Eylül’de Londra’da aşırı sağın düzenlediği mitinge 150.000 kişi katıldı. Whitehall’da, Trump’ın eski müttefiki milyarder Elon Musk video bağlantısıyla kalabalığa hitap etti. Bazı protestocular MAGA şapkaları takmış veya kısa süre önce öldürülen Trump destekçisi Charlie Kirk’ün resimlerini taşıyordu. Reform UK lideri Nigel Farage, Trump ile dostluğunu yıllardır siyasi sermaye olarak kullandı, kendisini başkanın Britanya’daki aracı olarak sundu.
Britanya basını, Trump’ın solcu bir hükümet seçtiği için ülkeyi cezalandırabileceğini yazmıştı. En azından bu gerçekleşmedi. Nisan ayında açıklanan “Özgürlük Günü” tarifelerinden Britanya da nasibini aldı. Ancak %10’luk taban oranıyla çoğundan daha iyi durumda kaldı ve etkileri kısmen hafifletmek için anlaşma yapan ilk ülke oldu. Yine de, ziyaret arifesinde Trump yönetiminin tutarsız doğası bir kez daha ortaya çıktı: Starmer hükümeti, Britanya çeliğine uygulanan tarifelerin kaldırılması sözünün askıya alındığını kabul etti.
Trump’ın iktidara dönüşü, Britanya’nın Avrupa ile Amerika arasında seçim yapmak zorunda kalacağı endişelerini de doğurdu. Ancak Sir Keir her iki tarafla da ilerlemeyi başardı. Gıda ve çevre düzenlemelerinde AB ile uyum sağlayarak ticaret bağlarını derinleştirdi, bunu yaparken Amerikan itirazlarını uyandırmadı.
Öncelik güvenlik
Britanya’nın en önemli hedefi, Avrupa’da NATO için Amerikan desteğini korumak ve Trump’ın Ukrayna’yı terk etmesini engellemek oldu. Yemekte kral, nadir bir kamuoyu mesajıyla, Britanya ve Amerika’nın Ukrayna’nın mücadelesinde birleştiğini söyledi. Sir Keir’in Fransa ile birlikte, olası bir barış anlaşması durumunda Ukrayna’da barışı koruma görevini üstlenme vaadi, Amerikan güvenlik garantilerinin en azından teoride canlı kalması için yeterli oldu. Benzer şekilde, Avrupa’da savunma harcamalarını artırma taahhüdü, Trump’ın NATO’yu terk etmesini caydırmaya yetti. Chatham House’tan Sir Robin Niblett, “Diz çökmektense zaman kazanıyor ve Amerika’nın bütün müttefikleri de bunu yapmaya çalışıyor,” dedi.
Çoğu başarılı kur yapmada olduğu gibi, Britanya’nın stratejisi bir ölçüde aşırı iltifata dayandı. Windsor’da Trump, sanki peri masalı prensiymiş gibi, altın kaplamalı bir arabayla kırmızı üniformalı askerlerin tören alayını teftiş etmeye götürüldü. Savunma Bakanlığı, Trumpvari bir dille, “Ekstra büyük” notunu düştü. Eski bir Britanyalı yetkili, “Bu, ‘Hey çocuklar, başardık’ gibiydi,” dedi.


Bu kur yapma çabası, Trump’ın dünya görüşüne sözde destek vermeyi de içeriyordu. Görevden alınmadan kısa süre önce Lord Mandelson, devlet ziyaretini Çin’in teknoloji egemenliğini önlemeye yönelik medeniyetler arası bir mücadelenin parçası olarak sundu. Ancak ziyaret sırasında açıklanan nükleer enerji ve yapay zekâ anlaşmaları anlamlı olsa da devrimsel nitelikte değil. Üstelik Sir Keir yönetiminde Britanya, Çin’le ilişkileri yumuşattı.
Başka bir Beyaz Saray’da bu tür çelişkiler başkana iletilebilirdi. Ancak Bergmann’a göre Trump’ın kişisel ilişkileri politika yapımında olağanüstü derecede önemli. “Bu, başkan etrafında dönen bir yönetim. Tutarlı bir politika süreci yok.”
Sir Keir için son bir şans da, transatlantik radikal sağın beklenildiği kadar koordineli çıkmaması oldu. Trump Musk’la, Musk Farage’la kavga etti; Farage’ın Washington’daki etkisi, destekçilerinin umduğundan daha zayıf kaldı. Sir Robin, “İlişki Farage’ın etkisine girmedi,” diye not ediyor.
İlişkiyi korumanın bedeli, şartlarının belki de kalıcı biçimde değişmesi oldu. Britanya bir zamanlar kendisini Batı’nın şampiyonları arasında daha küçük güç olarak görürdü. Bu haftaki görkemli gösteriler, ülkenin Amerika’ya ve onun başkanına ne kadar bağımlı hale geldiğini gözler önüne serdi. Trump bir noktada Ukrayna’yı terk edebilir, bu da Britanya ve Avrupalı müttefikleri için bir kriz doğurabilir. Amerikan teknoloji şirketleri de Britanya’nın internet sansür yasalarına giderek daha şüpheci bakıyor (bu, Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in takıntılarından biri).
En yakın risk ise Sir Keir’in kendisi olabilir. İşçi Partisi kaynaklarına göre Trump, onun ezici seçim zaferinden sonra Sir Keir’den hoşlanmıştı. Ancak başbakanın kamuoyu desteği kötü; İşçi Partisi içinde görevden alınması gerektiğine dair konuşmalar artıyor. Başkan, belki de sonunda bir kaybedenle iş yapmak istemediğine karar verebilir.