BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.
Bu haberi dinleyin
Eleştirmenler hızla devreye girdi. Avrupa Komisyonu, 27 Temmuz’da Başkan Donald Trump ile ticaret anlaşmasına vardıktan kısa bir süre sonra, Avrupa başkentlerinde bu anlaşma yerden yere vurulmaya başlandı. Fransa Başbakanı François Bayrou, bunu “özgür halkların, değerlerini teyit etmek ve çıkarlarını savunmak için birleştiği bir ittifakın boyun eğmeye karar verdiği karanlık bir gün” olarak nitelendirdi. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Alman ekonomisinin “ağır hasar” göreceğinden endişe etti. Macaristan’ın popülist lideri Viktor Orban ise iğneleyici bir dille Trump’ın “Ursula von der Leyen’i kahvaltıda yediğini” söyledi.
Anlaşma, Avrupa Birliği’nin (AB) bugüne kadar yaptığı hiçbir ticaret anlaşmasına benzemiyor. Amerika’ya yapılan ihracatlar %15 gümrük vergisine tabi olacak. Bu oran, anlaşma sağlanmasaydı uygulanacak olan %30’luk tehdidin altında kalsa da, Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesinden önce uygulanan oranların neredeyse on katı. Karşılık olarak, AB Amerikan sanayi ürünlerine yönelik kendi tarifelerini kaldıracak ve bazı tarım ürünleri için de pazara daha kolay erişim sağlayacak. Ayrıca AB’nin Amerika’dan daha fazla enerji satın alması ve Atlantik ötesine yüz milyarlarca euro yatırım yapması bekleniyor. Ticareti sıfır toplamlı bir oyun olarak görenler—yani ticaret açığı verenler kaybeder, ihracat yapanlar kazanır anlayışını benimseyenler—bu anlaşmayla AB’nin dolandırıldığını düşünebilir.
Ancak bu karamsar bakış açısı yanlış yönlendirilmiş. Ne yazık ki Trump’ın tarifelere olan sevgisi yüzünden, düşük gümrük vergilerinin uygulandığı eski günler, onun iktidarda olduğu sürece geri gelmeyecek. Üstelik bu anlaşma, eleştirmenlerin iddia ettiği kadar yıkıcı değil. AB, Japonya ile yapılmış benzer şartlarda bir anlaşma elde etti; bu da göreli ticaret pozisyonunun korunduğu anlamına geliyor. Avrupa’da üretilen arabalar artık daha yüksek, sektörel vergilerle karşılaşmayacak. Ayrıca AB, özellikle Amerikan teknoloji devlerini etkileyen dijital hizmetleri düzenleme planlarından da vazgeçmedi.
Bazı kişiler, anlaşmanın tek taraflı olduğunu, Avrupa üreticileri tarife öderken Amerikalıların pazar erişimi kazandığını savunuyor. Ancak ticaret sıfır toplamlı bir oyun değildir. Avrupa’daki tüketiciler daha fazla ürün seçeneği ve daha düşük fiyatlardan faydalanacak. Üstelik tarifenin esas yükünü, çoğu zaman Amerikan işletmeleri ve tüketicileri taşıyacak—yabancı firmalar fiyat kırsa bile.
Son olarak, daha geniş jeopolitik bağlam AB için gerginliği artırmayı cazip olmaktan çıkardı. Eğer gündem sadece ticaret olsaydı, AB karşılık vermeyi daha rahat göze alabilirdi. Ancak AB Ticaret Komiseri Maros Sefcovic’in de belirttiği gibi “bu sadece ticaretle ilgili değil, güvenlikle, Ukrayna ile ilgili.” Avrupa onlarca yıldır güvenliğini Amerika’ya emanet ettiği için, öngörülemez bir başkanı memnun edecek ticari koşullar sunmak zorunda kaldı.
AB’yi eleştirenler, sorunların tek bir ticaret anlaşmasından çok daha derin olduğunu gözden kaçırıyor. Ekonomi, 2024’te Avrupa Merkez Bankası’nın eski başkanı Mario Draghi’nin hazırladığı kapsamlı raporda da belirtildiği gibi, acil reform, yenilikçilik ve yatırım ihtiyaçları içinde. Trump’ın %15’lik transatlantik tarifesi, AB içindeki ticaret sürtüşmelerinin maliyetiyle karşılaştırıldığında önemsiz kalıyor; IMF’ye göre, AB içindeki engeller mallarda %44, hizmetlerde ise %110’luk bir tarife etkisi yaratıyor. Avrupa’nın sermaye piyasaları ise çok sığ ve parçalı; riskli ve yenilikçi fikirleri fonlamaya yeterli değil. Ayrıca, kıtanın verimlilik farkını kapatacak yatırımları artırması da hayli uzak görünüyor.
AB, Amerika’nın neyi yanlış yaptığına odaklanmak yerine kendi içine bakmalı. Üye ülkeler reformların önünü tıkıyor. Almanya, kendi sermaye piyasasını bile geliştirmekte isteksiz; tüm AB çapında entegre bir piyasa oluşturma konusunda ise daha da çekimser. Fransa, ihracatçıların pazarlarını çeşitlendirmesine yardımcı olacak yeni ticaret anlaşmaları yapmanın önündeki en büyük engel. Draghi raporunun üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen, önerilerin neredeyse hiçbiri uygulanmadı. Tahrip edici bir ticaret savaşı, belki de siyasetçileri bu uyuşukluktan sarsarak çıkarabilirdi. Ancak bunun yerine, parmak sallamakla yetinmek yerine eleştirmenler kolları sıvamalı.