BS Ekonomi Bağımsız Medyasını Destekleyin
Eğer abone iseniz giriş yapınız.

23 Trilyon Dolarlık Dev: Altın Kendi Ağırlığının Altında Ezilebilir mi?
Bir yatırım aracı kendi ağırlığının altında ezilebilir mi? Bu soru özellikle altın gibi devasa boyuta ulaşmış varlıklar için akla geliyor. Altının güncel toplam piyasa değeri yaklaşık 23 trilyon dolar seviyesinde, yani dünyanın en büyük şirketlerinin ve hatta kripto paraların katbekat üzerinde . Böyle muazzam bir büyüklük, altını finansal sistemde benzersiz bir konuma getiriyor. Peki, bu büyüklük altın için bir avantaj mı, yoksa potansiyel bir zayıflık mı? Likidite durumundan arz-talep dengesine, merkez bankalarının rezerv stratejilerinden (Rusya ve Çin başta olmak üzere) ABD’nin Fort Knox’taki altın rezervlerinin şeffaflığına kadar çeşitli faktörler ışığında bu soruyu irdeleyelim.
Altının Devasa Piyasa Değeri ve Diğer Varlıklarla Kıyaslama
Altın, yüzyıllardır güvenli liman ve değer saklama aracı olarak görülmesinin sonucu olarak bugün piyasadaki en büyük varlıklardan biri haline geldi. Dünya üzerindeki toplam çıkarılmış altın miktarı 200 bin tonu aşıyor (Gold – Wikipedia). Bu miktarı güncel fiyatla çarptığımızda, yaklaşık 23 trilyon $ gibi inanılmaz bir piyasa değerine ulaşıyoruz. Karşılaştırmak gerekirse, dünyanın en büyük şirketi Apple’ın piyasa değeri ~3 trilyon $, tüm Bitcoin’lerin toplam değeri ise en fazla ~1 trilyon $ seviyelerini görmüştü. Yani altının değeri, tek başına Apple’ın yaklaşık 7-8 katı, Bitcoin’in ise 20 katına yakın! Aşağıdaki grafikte de görülebileceği gibi, altın açık ara farkla dünyanın en değerli yatırım varlığı konumunda ve bu değer bakımından onu takip eden varlıkların (Apple, Microsoft, Google, Bitcoin vs.) hepsi toplamda ancak altının piyasa değeri kadar ediyor.

Bu denli büyük bir piyasa değeri, altına bazı avantajlar sağlar: Yaygın kabullenilmişlik, uzun tarihsel güven ve geniş bir yatırımcı tabanı. Ancak aynı zamanda “büyük olanın daha hızlı büyümesi zordur” prensibi burada da geçerli olabilir. Altının fiyatının %10 artması demek, küresel servete yaklaşık 2-3 trilyon dolar eklenmesi anlamına gelir ki bu, muazzam büyüklükte fon akışları gerektirir. Benzer şekilde, altın fiyatında %10’luk bir düşüş de trilyonlarca dolar değerinde kayıp demektir. Böylesine büyük dalgalanmaları kaldıracak bir piyasa likiditesi var mı? İşte bu noktada likidite ve piyasa derinliği önem kazanıyor.
Likidite Sorunları ve Piyasa Derinliği
Likidite, bir varlığın hızla nakde çevrilebilirliği ve büyük işlemlerin fiyata fazla etki etmeden gerçekleşebilmesidir. Altın piyasası küresel çapta işlem gördüğü için likid sayılır; günlük işlem hacmiyle dünyanın her yerinde alıcı ve satıcı bulmak mümkündür. Fakat altının toplam stok değeri öylesine büyüktür ki, piyasanın derinliği zaman zaman bu ağırlığı taşıyamayabilir. Özellikle de büyük miktarda satışlar veya alışlar söz konusu olduğunda fiyatlar hızla hareket edebilir.
Tarihsel bir örnek vermek gerekirse: İngiltere’nin 1999’da rezervlerindeki altının yarısını satacağını duyurması altın fiyatlarında adeta deprem etkisi yaratmıştı. Piyasa, duyuru sonrasında ilk müzayede gerçekleşmeden önce altın fiyatını yaklaşık %10 düşürdü ve altın 20 Temmuz 1999’da ons başına 252,80 $ ile o dönemin en düşük seviyelerini gördü (1999–2002 sale of United Kingdom gold reserves – Wikipedia). İngiltere toplamda 395 ton altın satarak yaklaşık 3.5 milyar $ gelir elde etti – ancak bu satışlar altın fiyatlarının dip seviyede olduğu “Brown’ın Dibi” olarak anılan döneme denk gelmiş ve sonradan ciddi eleştiriler almıştı (1999–2002 sale of United Kingdom gold reserves – Wikipedia) (1999–2002 sale of United Kingdom gold reserves – Wikipedia). Bu örnek, görece “küçük” sayılabilecek (395 ton ≈ dünya altın stokunun %0.2’si) bir satışın bile, eğer piyasa hazırlıksızsa, fiyatları nasıl sarsabildiğini gösteriyor.
Günümüzde altın piyasası 1999’a kıyasla daha derin ve küresel ölçekte OTC (tezgah üstü) ve borsa işlemleri ile daha entegre olsa da benzer riskler devam ediyor. Örneğin, büyük bir ETF fonundan yoğun çıkışlar yaşandığında ya da herhangi bir büyük ekonominin (örneğin İtalya veya Fransa’nın) yüzlerce tonluk altın rezervini satma kararı alması halinde, piyasada geçici likidite sıkışıklıkları ve fiyat dalgalanmaları kaçınılmaz olacaktır. Altının devasa toplam değerine karşın, günlük etkin işlem gören hacmi toplam stoğun küçük bir parçasıdır; bu da ani ve büyük işlemlerin fiyat üzerinde orantısız etki yaratabileceği anlamına gelir.
Dolayısıyla altın, “her zaman likit, fakat her koşulda sınırsız derinlikte değil.” En stresli piyasa dönemlerinde, nakde erişim ihtiyacı arttığında altın dahil çoğu varlık satılabilir ve bu durum altın fiyatını düşürebilir. Örneğin 2008 finansal krizinde ve 2020 pandemi başlangıcında altının kısa süreli sert satışlar yaşaması (yatırımcıların nakit yaratmak için altın sattığı dönemler) buna örnek verilebilir. Bu tür dönemlerde altın “güvenli liman” rolünü uzun vadede korusa da, kısa vadede likidite kaynaklı satış dalgalarına karşı tamamen bağışık değildir. Devasa piyasa değeri, altını tamamen sarsılmaz yapmıyor; tam tersine, büyük kitlelerin aynı anda hareket ettiği durumlarda kendi ağırlığı altında fiyatı baskılanabilir.
Arz ve Talep Dengesizlikleri
Altın piyasasının sağlıklı işlemesi, arz ve talebin dengeli olmasını gerektirir. Altının arz tarafı nispeten kısıtlı ve yavaş büyüyen bir yapıya sahiptir: Dünya altın madenciliği üretimi yılda yaklaşık %1-2 civarında artıyor (Gold – Wikipedia). 2020 itibariyle toplam stok 201 bin tonu aşmış durumda ve her yıl madencilikle bunun yaklaşık 3-3.5 bin ton üzerine ekleniyor (Gold – Wikipedia). Ayrıca geri dönüşüm (hurda altın) de önemli bir arz kaynağı; dünya altın arzının yaklaşık %30’u geri dönüştürülmüş altından geliyor (Gold – Wikipedia). Yani fiyatlar çok yükseldiğinde eski takılar bozduruluyor, hurdadan gelen altın arzı artıyor; fiyatlar düştüğünde ise geri dönüşüm arzı azalıyor. Bu mekanizma, aslında altının fiyatını dengeleyici bir özellik: Yüksek fiyat = daha fazla arz (madenden değil ama kasalardan), düşük fiyat = daha az arz.
Talep tarafında ise daha değişken dinamikler görüyoruz. Küresel altın talebi, geleneksel olarak takı (mücevherat) sektörü ve yatırım talebi tarafından domine edilir. Dünya altın tüketiminin yaklaşık yarısı mücevherat, %40’ı yatırım (külçe, sikke, ETF vb.) ve %10’u sanayi/elektronik kaynaklıdır (Gold – Wikipedia). Son yıllarda buna bir de merkez bankaları talebi eklendi ki bu ayrı bir kategori olarak öne çıkıyor. Talep, ekonomik koşullara göre dalgalanır: Örneğin, altın fiyatı çok yükselince takı talebi düşer (özellikle fiyat hassasiyeti yüksek olan Hindistan, Çin gibi ülkelerde tüketiciler daha az altın alır veya daha hafif takıları tercih eder). Buna karşılık belirsizlik, enflasyon veya jeopolitik risk dönemlerinde yatırım talebi patlayabilir.
Arz-talep dengesizlikleri altın fiyatını yönlendiren kritik faktörlerden biridir. Yakın zamanda bu dengesizlikler, talep lehine gelişti: Özellikle 2022 yılında küresel altın talebi son yılların en yüksek seviyelerine çıktı. Bunun başlıca nedeni, birazdan detaylandıracağımız üzere, merkez bankalarının rekor miktarda alıma yönelmesiydi. Dünya Altın Konseyi verilerine göre 2022 yılında merkez bankaları toplam 1.082 ton ile tarihin en yüksek yıllık altın alımını gerçekleştirdi (Central banks grew their gold reserves in 2023 as analysts see potential price surge | Fox Business). Bu, 1960’lardan beri görülmemiş bir düzeydi ve küresel altın talebini, mevcut madencilik üretiminin oldukça üzerine taşıdı. Sonuç olarak, 2022’de yeni arz ile talep arasındaki fark, piyasaya mevcut stoklardan altın akışı (örneğin ETF satışları veya özel sektörün satışları) olmadan kapatılamayacak kadar açıldı. Nitekim o yıl altın destekli ETF’ler bir miktar satış yaparak piyasaya altın arz etti ve fiyat dalgalanmalarını dengeledi.
Bu dengenin diğer yüzü ise şu: Eğer ileride merkez bankaları alımı azaltır veya özel sektör talebi düşerse, piyasa arz fazlasıyla karşılaşabilir. Örneğin altın fiyatları çok yükseldiğinde takı talebinin azalması ve geri dönüşüm arzının artması, fiyat üzerinde baskı oluşturabilecek etkenlerdir. Altın piyasası, uzun süreli dengesizliklere genelde izin vermez; arz ve talep mutlaka bir noktada kesişir. Ancak kısa vadede aşırı bir talep artışı (ya da arz artışı) dönemsel olarak fiyatlarda keskin hareketlere yol açabilir. Yatırımcılar için çıkarım: Altının fiyatını sadece enflasyon veya dolar kuru gibi tek bir değişken değil, fiziki piyasadaki arz-talep dinamikleri de ciddi şekilde etkiler. Bu dinamiklerde özellikle son yıllarda merkez bankalarının rolü artmış durumda.
Merkez Bankalarının Altın İştahı: Rusya ve Çin Örneği
Merkez bankaları, ülkelerin döviz ve değerli maden rezervlerini yöneten kurumlardır ve son yıllarda altına olan talebiyle gündemdeler. Özellikle Rusya ve Çin, büyük ekonomiler olarak altın rezervlerini belirgin biçimde artıran ülkelerin başında geliyor.
Rusya, 2000’lerin başından itibaren altın rezervlerini düzenli olarak artırdı. 2010’ların sonunda ve 2020’lerin başında Rusya Merkez Bankası, uluslararası rezerv portföyünü çeşitlendirme ve dolara bağımlılığı azaltma stratejisinin bir parçası olarak büyük miktarlarda altın satın aldı. Bugün Rusya’nın resmi altın rezervi 2.332,7 ton civarında ve bu rezervler Rusya’nın toplam döviz rezervlerinin yaklaşık %30’unu oluşturuyor (Gold reserve – Wikipedia). Bu, çok yüksek bir oran; kıyas için pek çok Avrupa ülkesinde altının rezerv içindeki payı %60-70’lerde olsa da (onlar tarihi stok, yeni alım değil), Rusya gibi enerji gelirlerine dayalı rezerv biriktiren bir ülkenin %30 altın tutması, son yıllarda kasten artırılmış bir paydır. Özellikle 2014 Kırım krizinden sonra ve 2022’de Ukrayna savaşıyla birlikte ağır yaptırımlara maruz kalan Rusya, dolar ve euro cinsi rezervlerinde blokaj riskine karşı altını güvenli bir liman olarak konumlandırdı. Altın, fiziksel olarak elde tutulabildiği ve üçüncü taraf riskine tabi olmadığı için Rusya’nın finansal stratejisinde kritik rol oynuyor.
Çin de benzer şekilde altın rezervlerini artırma yoluna gitti ancak bunu daha gizli ve kademeli yaptı. Yıllarca resmi rezerv rakamını değiştirmeyen Çin, 2015 yılında bir sürpriz yaparak altın rezervinin 6 yıldır açıklanmadığını ve bu süre zarfında %57 artışla 1.658 tona çıktığını duyurdu (Gold reserve – Wikipedia). O güne dek 1.054 ton olarak bilinen Çin rezervi, bir gecede 600 ton artmış görünüyordu – aslında Çin o 6 yılda yavaş yavaş alım yapmış fakat açıklamamıştı. Benzer şekilde, 2019’a kadar yine sabit kalan Çin rezerv rakamı, 2019 ortasında ve özellikle 2022 sonundan itibaren yeniden artış trendine girdi. 2022 sonu ve 2023 boyunca Çin Merkez Bankası (PBoC) aylık bazda altın alımlarını bildirmeye başladı. 2025 başı itibariyle Çin’in resmi altın rezervi 2.279,6 tona ulaşmış görünüyor (Gold reserve – Wikipedia). Bu rakamlar Çin ekonomisinin büyüklüğü düşünüldüğünde hâlâ rezervlerinin küçük bir kısmına tekabül ediyor (Çin rezervlerinin sadece yaklaşık %5’i altın (Gold reserve – Wikipedia)). Dolayısıyla Pekin yönetimi, gerektiğinde altın payını daha da artırabilecek bir kapasiteye sahip. Çin’in motivasyonu da benzer: ABD Doları merkezli küresel finans sistemine alternatif bir güven unsuru yaratmak, yuanı desteklemek ve olası finansal çatışmalara (ticaret savaşları, yaptırımlar vb.) karşı elinde politik riskten bağımsız bir değer saklama aracı bulundurmak.
Rusya ve Çin dışında, Türkiye, Hindistan, Polonya, Macaristan, Kazakistan gibi gelişen ekonomiler de son yıllarda altın rezervlerini artırdılar. Örneğin Türkiye’nin resmi altın rezervi 2023 itibariyle 765 tona kadar çıktı ve rezervlerinin %40’ından fazlasını oluşturur hale geldi (Gold reserve – Wikipedia). Polonya, 2018-2019 yıllarında 100 tondan fazla altın alarak rezervini 230 ton seviyesine, Macaristan 2018’de rezervlerini 10 kat artırarak 3 ton’dan 31 tona çıkardı (küçük bir ülke için dramatik bir artış). Bu alımlar, küresel merkez bankası talebini yukarı çeken önemli unsurlar. 2000’lerin başında merkez bankaları net satıcı iken, 2010’lardan itibaren net alıcı konumundalar. Hatta 2009’dan bu yana merkez bankaları her yıl net altın alıcısı oldular.
Merkez bankalarının altın iştahı altın fiyatını destekleyen temel faktörlerden biri haline geldi. Ancak bu durumun sürdürülebilirliği ve olası riskleri konusunda yatırımcılar dikkatli olmalı. “Kendi ağırlığı altında ezilme” sorusuna bu bağlamda bakarsak: Eğer altın fiyatı büyük ölçüde merkez bankalarının alımına dayanarak yüksek seviyelerdeyse, bu alımlar yavaşladığında altın talebinde bir boşluk oluşabilir. Örneğin, Çin bir süre sonra “yeterince altın biriktirdim” der ve alımı keserse, piyasada yıllık 200-300 tonluk bir talep düşüşü yaşanabilir. Ya da ekonomik sıkıntı yaşayan bir ülke (örneğin döviz krizi yaşayan bir gelişen ülke) rezerv satmaya başlarsa, bu da ekstra arz yaratır. Nitekim geçmişte Venezuela gibi zor durumda kalan ülkelerin altın rezervi satışı haberleri, fiyatlar üzerinde baskı yaratmıştı.
Olumlu tarafta, Dünya Altın Konseyi’nin 2024 anketine göre merkez bankalarının önemli bir kısmı (yaklaşık %29’u) önümüzdeki yılda da rezervlerini artırmayı planladıklarını belirtmişler (Central banks grew their gold reserves in 2023 as analysts see potential price surge | Fox Business). Yani kısa vadede resmi sektör talebi devam edebilir. Ancak yatırımcılar, bu alış trendinin döngüsel olabileceğini ve sonsuza dek sürmeyebileceğini akılda tutmalıdır. Merkez bankaları bir dönem yoğun alıcı olup, başka bir dönem uzun süreli hareketsiz kalabilir ya da jeopolitik durumlara göre ani karar değişiklikleri yapabilirler.

ABD’nin Fort Knox Gizemi ve Rezerv Şeffaflığı
Altın piyasasının en büyük oyuncularından biri de Amerika Birleşik Devletleri’dir. ABD, resmi olarak 8.133,5 ton altın rezervi ile dünyada birinci sırada (Gold reserve – Wikipedia). Bu miktar, ikinci sıradaki Almanya’nın (3.351 ton) iki katından fazla, tüm IMF rezervine denk bir büyüklüktedir. ABD’nin altınlarının çoğu, ünlü Fort Knox (Kentucky) depolama tesisinde ve bir kısmı da New York (FED kasaları) ile Denver gibi yerlerde saklanıyor. Ancak, ABD altın rezervleri konusunda şeffaflık eksikliği uzun süredir tartışma konusu.
Fort Knox’taki altınlar en son 1950’lerde tam kapsamlı bir denetime tabi tutulmuş, o zamandan bu yana yalnızca kısmi kontroller ve sayımlar yapılmıştır. Bağımsız bir denetim firmasının veya uluslararası bir otoritenin tam bir envanter ve saflık denetimi yapmasına izin verilmemiş olması, yıllar içinde çeşitli komplo teorilerine yol açmıştır. Kimi iddialara göre, ABD hükümeti zaman içinde altınlarının bir kısmını sattı veya ödünç verdi (lease etti) ancak bunu kamuoyuna açıklamadı; kasalarda düşünüldüğü kadar altın olmayabileceğine dair spekülasyonlar üretildi. Her ne kadar ABD Hazine Bakanlığı bu iddiaları reddetse ve altınların yerinde durduğunu söylese de, bağımsız denetim eksikliği güven sorununu gündemde tutuyor. Hatta 2017’de dönemin Hazine Bakanı Fort Knox’u ziyaret edip “Altın yerinde, merak etmeyin” gibi bir açıklama yapsa da bu, resmi bir denetim yerine geçmedi.
Bu mesele, altın piyasası için neden önemli? Birincisi, dünyanın en büyük altın sahibi olan ülkenin rezervlerine dair belirsizlik, genel piyasa güvenini etkileyen bir unsur. Diğer merkez bankaları da benzer şekilde altınlarının bir kısmını yurtdışında (çoğunlukla New York FED veya İngiltere Merkez Bankası kasalarında) tutuyor ve bu altınlar da düzenli bağımsız denetime tabi değil. Nitekim Wikipedia’daki bir notta, birçok merkez bankasının altın rezervlerinin bağımsız denetime açılmadığı ve altın ödünç verme işlemlerinin (leasing) resmi rakamları şüpheli hale getirebileceği belirtiliyor (Gold reserve – Wikipedia). Yani bir ülke “X ton altınım var” derken, bunun bir kısmı başka finans kurumlarına kiralanmış veya swap yapılmış olabilir; kağıt üzerinde rezerv görünse de fiziken kasada o an bulunmuyor olabilir. Bu da küresel altın arzı hakkında opaklık yaratır.
İkincisi, Fort Knox gizemi, diğer ülkelerin altın politikalarını da etkiledi. Almanya 2013’te ABD ve Fransa’daki emanet altınlarının büyük bir bölümünü geri çekme kararı aldı; sonraki birkaç yıl içinde Alman Bundesbank tonlarca altını Frankfurt’a geri taşıdı. Bu, “Altınınıza sahip değilseniz, aslında altın sizin değildir” şeklinde özetlenebilecek bir kaygıyla yapıldı. Aynı şekilde Hollanda ve Avustya da altınlarının bir kısmını New York’tan geri çektiler. Bu gelişmeler, büyük merkez bankaları arasında bile bir güvensizlik veya en azından “işini sağlama alma” eğiliminin olduğunu gösteriyor.
ABD tarafında ise Fort Knox altınlarının tam mevcudiyeti varsayılmaya devam edilse de, şeffaflığın düşüklüğü bu devasa rezervin altın piyasasına etkisini belirsizleştiriyor. Eğer bir gün tam denetim yapılır ve her şey doğrulanırsa piyasa rahat bir nefes alabilir. Tersi – yani önemli bir tutarsızlık çıkması – ise altın fiyatını altüst edebilecek bir gelişme olurdu, zira dünyadaki toplam altın stokunun %4’ü ABD’nin elinde ve bu konuda çıkacak bir skandal güven sarsıcı olur.
Özetle, altın ne kadar büyükse, o kadar şeffaflık ve güven gerektirir. ABD ve genel olarak merkez bankaları cephesindeki şeffaflık eksikliği, altının “kendi ağırlığı” ile ilgili bir başka boyuttur: Piyasa bu dev değer kütlesinin gerçekten yerinde olduğuna inanmak ister. Bu inanç sarsılırsa sonuçlar ağır olabilir.

Altın, Bitcoin ve Büyük Teknoloji Hisseleri: Sistemsel Bağlam
Altının konumunu anlamak için onu diğer büyük varlıklarla da geniş bir perspektifte karşılaştırmak gerekir. Son yıllarda altına alternatif veya rakip olarak öne sürülen Bitcoin gibi kripto paralar ve çağımızın en değerli şirketleri olan mega teknoloji hisseleri (Apple, Microsoft, Amazon, Google vb.) bu bağlamda önemli.
Bitcoin, destekçileri tarafından “dijital altın” olarak adlandırılıyor. Arzının sınırlı (21 milyon adet) oluşu ve merkeziyetsiz yapısı sebebiyle altına benzetilse de, Bitcoin’in piyasa değeri altının hala küçük bir fraksiyonu. Bitcoin, 2021 sonunda zirve yaptığında bile toplam değeri ~1.2 trilyon doları bulmuştu; bu, altının ancak %5’i kadardı. Dolayısıyla Bitcoin’in altını tamamen ikame etmesi için 20 kata yakın değer kazanması gerekirdi ki bu da mevcut koşullarda muazzam bir beklenti. Şu anda (2025 itibariyle) Bitcoin’in piyasa değeri altının ~%8-10’u civarına denk geliyor. Bitcoin daha volatil ve spekülatif bir varlık; altın ise daha oturmuş ve istikrarlı. Ancak genç nesillerin Bitcoin’e ilgisi ve kurumsal yatırımcıların portföylerine kriptoyu dahil etmeye başlaması, uzun vadede altının “değer saklama” pastasından küçük de olsa pay alabilecek bir trend. Yine de, altının binlerce yıllık geçmişine karşı Bitcoin’in on yılı aşkın geçmişi çok yeni; bu nedenle altının yerine geçmek bir yana, dijital çağın yeni alternatif sınıfı olarak altının yanında konumlanmış durumda. Altının muazzam ağırlığına karşın Bitcoin gibi bir rakibin cüssesi henüz küçük; fakat teknoloji ve benimsenme hızı dikkate alındığında, yatırımcıların bu ikisi arasındaki ilişkiyi izlemesi akıllıca olacaktır. Örneğin ileride olası bir dijital merkez bankası parası (CBDC) ya da farklı bir dijital değer birimi, altına talebi azaltabilir mi? Bu tür sistemsel dönüşümler, altının uzun vadeli ağırlığını etkileyebilecek faktörlerdir.
Büyük teknoloji hisselerine baktığımızda, bunlar üretken varlıklar olsa da piyasa değerleri açısından altınla karşılaştırılır duruma geldiler. Apple 3 trilyon $ ile tüm zamanların en değerli şirketi ünvanını elinde tutuyor, Microsoft 2.7 trilyon $ civarında, Alphabet (Google) ~1.8 trilyon $, Amazon ~1.9 trilyon $ bandında değere sahip . Bu şirketler pandemi sonrası dönemde hızla büyüyüp devasa değerlere ulaşsalar da, 2022-2023 döneminde görüldü ki piyasa koşulları bozulduğunda (örneğin faizler yükselip likidite azaldığında) bu hisselerde ciddi düzeltmeler olabiliyor. Altınla paralel bir bakış açısı kurarsak: Altının getirisi, bu hisseler gibi büyüme odaklı varlıklara kıyasla daha mütevazı olmuştur, ancak altın da kimi zaman uzun süreli duraklama ya da gerileme dönemleri yaşamıştır. Örneğin altın 2011’de ons başına ~1900 $ seviyesini gördükten sonra 2015’e kadar ~1050 $’a kadar gerileyip dört yıl ayı piyasası yaşamış, 2011’de zirvede alım yapan yatırımcı ancak 2020’de başa baş noktasını görmüştür. Benzer şekilde büyük teknoloji hisseleri de bir dönem müthiş büyüseler de bir noktadan sonra “yasal düzenlemeler, piyasa doygunluğu, rekabet” gibi engellere takılıp yükseliş hızlarını kaybedebilirler. Nitekim Apple ve Microsoft gibi şirketler için “law of large numbers” (büyüdükçe yüzdesel büyüme hızının düşmesi) ilkesi konuşuluyor; altın için de benzeri bir şekilde “büyüdükçe volatilitesinin azalması ama getirisinin de sınırlanması” durumu söz konusu olabilir.
Altının sistemi içindeki yeri başka bir açıdan da kritik: Küresel finansal riskler. 2008 finansal krizi, 2020 pandemi krizi gibi olaylar altına talebi zıplatırken, merkez bankalarının parasal genişleme adımları altının cazibesini genelde artırdı (zira yatırımcılar para arzının artmasına karşı altını sigorta olarak görür). 2022-2023’te ise enflasyon yükselirken merkez bankaları faiz artırdı ve güçlü dolar dönemi yaşandı; bu süreçte altın zaman zaman baskı gördü çünkü yüksek faiz ortamı altının cazibesini azaltır (faiz getirisi olmayan bir varlık olduğu için). Ancak enflasyonun kalıcı olacağı beklentisi altını yine destekledi. Bu gelgitler, altının makroekonomik dalgalanmalara duyarlılığını gösteriyor. Büyük teknoloji hisseleri de örneğin faiz artışlarından olumsuz etkilendiler (iskonto oranı yükseldi vs.), Bitcoin de likidite koşullarına duyarlı. Yani aslında altın, dev boyutuna rağmen, diğer varlıklarla birlikte büyük resmin içinde hareket ediyor; kendi izolasyonunda bir “sabit kaya” değil.
Burada altının “kendi ağırlığının altında ezilmesi” kavramını bir de şöyle yorumlayabiliriz: Altın o kadar büyük bir sistemik öneme sahip ki, finansal sistemde bir şeyler ters gittiğinde kaçışılan bir yer oluyor; fakat aynı zamanda sistemin kendisi altının performansını belirliyor. Altının değeri, küresel likidite, enflasyon, jeopolitik gerilimler, rezerv tercihlerindeki değişim gibi sistemik faktörlerle yükselip düşüyor. Bu açıdan bakıldığında altının büyüklüğü, finansal sistemin sağlığıyla da bir geri besleme içinde. Eğer bir gün küresel sistemde altına olan güven sarsılırsa (örneğin yukarıda tartıştığımız şeffaflık problemi veya daha iyi bir alternatifin çıkışı nedeniyle), altının devasa ağırlığı onu hızla düşen bir cisme dönüştürebilir. Öte yandan, sistemik krizler derinleştikçe altının ağırlığı sığınılacak güvenli bir liman olarak artar.
Sonuç ve Yatırımcıya Uyarılar
Altın, 23 trilyon dolarlık devasa piyasa değeriyle finansal ekosistemin hem temel taşlarından biri hem de potansiyel bir sistemik risktir. “Kendi ağırlığının altında ezilebilir mi?” sorusuna yanıt olarak şöyle diyebiliriz: Evet, eğer o ağırlığı taşıyacak destekler zayıflarsa altın da diğer varlıklar gibi düşüşler yaşayabilir. Altının büyüklüğü ona bir gecede bir çöküş yaşatmaz belki ama bu büyüklük, belirli koşullar altında fiyatının uzun süre baskı altında kalmasına yol açabilir.
Yatırımcılar için birkaç çıkarım ve uyarıyı vurgulayalım:
- Tek Bir Faktöre Kanmayın: Altın fiyatını sadece enflasyon, sadece dolar kuru veya sadece jeopolitik gerginlik belirlemez. Arz-talep dinamikleri, merkez bankası hareketleri, piyasa likiditesi ve alternatif varlıkların rekabeti gibi bir dizi etken altını etkiler. Bu yazıda gördüğümüz gibi, merkez bankalarının rekor alımları fiyatı desteklerken, olası satışlar tam tersi etki yapabilir; veya Bitcoin gibi yeni nesil varlıklar uzun vadede altının bazı fonksiyonlarını gölgede bırakabilir. Tek bir değişkene odaklanıp “altın kesin yükselir” diye düşünmek hata olur.
- Likidite ve Panik Riskine Dikkat: Altın güvenli liman olsa da piyasa paniklerinde başlangıçta değer kaybedebiliyor (örneğin 2008’de ve 2020 Mart’ında altın fiyat düşüşleri). Likidite ihtiyacı herkes için geçerli. Dolayısıyla portföyünüzde altın bulunduruyorsanız, kısa vadede dalgalanmalara hazırlıklı olun. Altının ağır bir değeri var, ama dalgalandığında da “heyelan” gibi olabilir – yavaş başlar, sonra bir bakmışsınız ciddi bir kayma yaşanmış. Bu durumda paniğe kapılmadan, altının uzun vadeli rolünü akılda tutarak hareket etmek önemli.
- Getiri Beklentisini Gerçekçi Tutun: Altının son 20-30 yıllık performansına baktığımızda, yılda ortalama %5-8 civarı dolar bazlı getiri sağladığı dönemler var (örneğin İngiltere’nin altın sattığı 1999’dan bugüne ortalama ~%8 yıllık (1999–2002 sale of United Kingdom gold reserves – Wikipedia)). Fakat bu getiri profili, hisse senedi gibi yatırım araçlarının gerisinde kalabilir; altın daha çok serveti koruma amaçlı. 23 trilyon $’lık bir varlığı kısa sürede ikiye katlamak beklenmemeli – böyle bir sıçrama genelde ancak büyük bir küresel kriz veya hiperenflasyon gibi sıra dışı durumlarla mümkün olur. Altını portföyde bir denge unsuru, sigorta poliçesi gibi görmek, yüksek riskli varlıklara karşı bir tampon olarak kullanmak daha doğru bir yaklaşımdır. Aşırı getiri beklentisiyle altına yüklenen yatırımcı, beklentisi karşılanmayınca hayal kırıklığı yaşayabilir.
- Çeşitlendirme ve Pozisyon Boyutu: Hiçbir varlık, altın bile olsa, “batmaz” değildir. Tarihsel olarak uzun vadede değerini korusa da, altının da on yıllık durgunluk dönemleri olmuştur. Bu nedenle, portföyde makul bir oranda tutmak (örneğin %5-15 arası, kişinin risk profilinize göre) ve diğer varlık sınıflarıyla dengelemek akıllıcadır. Eğer altın zaten portföyünüzün büyük bir kısmını oluşturuyorsa, altının “kendi ağırlığı” sizin yatırım getirinizi aşağı çekebilir (diğer fırsat maliyetleri nedeniyle). Dengeli bir dağılım ile altının hem faydalarından yararlanmak hem de olası zayıf dönemlerinden korunmak mümkündür.
- Gelişmeleri Takip Edin: Altın piyasası, merkez bankalarının hamleleri, jeopolitik gelişmeler (örneğin büyük bir savaş riski altına talebi artırabilir), para politikaları (faiz oranları, parasal genişleme) ve yeni finansal teknolojiler (kriptopara düzenlemeleri vs.) gibi pek çok cepheden etkileniyor. Bu yüzden altına yatırım yapıyorsanız güncel gelişmeleri izlemeli, gerektiğinde portföy ağırlıklarınızı ayarlamalısınız. Örneğin, Dünya Altın Konseyi raporları, merkez bankası açıklamaları, ABD enflasyon verileri, hatta büyük fonların (ETF’lerin) hareketleri takip edilmeye değer sinyaller verir.
Son tahlilde, altının büyüklüğü hem en büyük gücü hem de potansiyel topuğudur. Onu değerli kılan şey, çok geniş bir coğrafyada ve tarih boyunca kabul görmüş, trilyonlarca dolarlık dev bir birikim olmasıdır. Fakat aynı özellik, gelecekteki getirisini sınırlayabilir ve piyasa dinamiklerinde beklenmedik kırılganlıklar yaratabilir. Hiçbir yatırım aracı, ne kadar büyük olursa olsun, riskten tamamen azade değildir. Altın da istisna değil. Önemli olan, altının oynadığı rolü doğru anlamak, gerçekçi beklentilerle hareket etmek ve değişen şartlara uyum sağlamaktır. Unutmayalım, bir dev kendi ağırlığını yönetebildiği sürece ayakta kalır; altın da binlerce yıldır bunu başardı ve muhtemelen başarmaya devam edecek – fakat biz yatırımcılar olarak her ihtimale karşı hazırlıklı olalım.
Kaynaklar:
- World Gold Council, Gold Demand Trends 2022 – Merkez bankaları altın alımları ve küresel talep verileri (Central banks grew their gold reserves in 2023 as analysts see potential price surge | Fox Business)
- Wikipedia, Gold – Dünya toplam altın stoku ve kullanım alanları (201,296 ton üzeri, %50 mücevherat, %40 yatırım) (Gold – Wikipedia)
- Wikipedia, Gold reserve – Ülkelerin resmi altın rezervleri (ABD 8.133 ton; Almanya 3.351 ton; Rusya 2.333 ton; Çin 2.280 ton, Şubat 2025) (Gold reserve – Wikipedia); Rezerv denetimi ve altın ödünç verme konusu (Gold reserve – Wikipedia)
- Wikipedia, 1999–2002 UK Gold Reserves Sale – İngiltere’nin altın satışları ve fiyat etkileri (Brown’s Bottom, altın fiyatının 252 $’a düşüşü) (1999–2002 sale of United Kingdom gold reserves – Wikipedia)
- Fox Business, Central banks grew their gold reserves in 2023… – 2022 yılında merkez bankaları altın alımlarının 56 yılın zirvesine çıkarak 1.082 ton ile rekor kırdığı bilgisi (Central banks grew their gold reserves in 2023 as analysts see potential price surge | Fox Business).